15.09.2024

ANT ~ ÖMER SEYFETTİN

 "Fakat bunun gibi, hayattaki her gülünç şeyin altında görünmez bir facia yok mudur?"

 Edebiyat hayatına şiirlerle başladıysa da hikayeleriyle ünlendi Ömer Seyfettin. Geçmişe bir yolculuk yapmanıza yardımcı olan Ant da 1905 ile 1917 yılları arasında yazılan dört Ömer Seyfettin hikayesinden oluşan bir kitap.

  • İlk Namaz
  • Bahar ve Kelebekler
  • Ant
  • Falaka

"Bende tekbiri öyle alıp annemden farkımı, niçin erkek olduğumu, erkekliğin ne olduğunu, erkek olmanın yalnız küçük kızları dövmek ve onlara hâkim olmaktan başka da farkları olacağını düşünerek namazı bitirdim."


Her bir hikayede bir şekilde karakterlerin çocukluk dönemine değinilmiş. (Zaten muhtemelen çocuk karakterler nedeniyle çocuk edebiyatı kategorisine sıkıştırılmış Ömer Seyfettin.)  İlk Namaz'da 15 yıl önce onu namaza kaldıran annesini hatırlayan küçük Ömer'den, bahsediyor. Bahar ve Kelebekler'de büyükanne ve torununun torunu ile geleneklerin ölümünden ve bunun toplumda yol açtığı kayıpları mutsuzlukla anlatıyor. Ant'ta ant içip birbirine ölünceye kadar yardım etmesi gereken kan kardeşleri, fedakarlıkları, çocukluğunu hatırlıyor karakterimiz. Falaka'nın başında çocukluk hatıralarından yazıyor. Burada da onları falakaya yatıran öğretmen ile aralarında geçen trajikomik olaylardan bahsediyor. Her bir öykü "kıssadan hisse" tadında öğretici bir mesajla dolu. Okuması da -yetişkin olarak- oldukça keyifli. 

"Sevinç ve saadetten mahrum kadınlar demek."
"Onlar kimmiş?"
"Biz... Türk kadınları..."


Okurken edebi keyif veren bir yazar Ömer Seyfettin. Akıcı bir dili ve her hikayede vermek istediği bir mesaj var. O yüzden kitaba başlamanız ile bitirmeniz de bir oluyor. Ancak bana kalırsa Ömer Seyfettin bir çocuk öykücüsü değildir. Benim gözümde çocuklar için ağır kitaplar ve zaten çocuk kitaplarını da velilerinin önceden okuyup kontrol etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle Can Yayınları'nın Lacivert Klasikler serisinde Ömer Seyfettin kitabı çıkarması çok kıymetli. Bu sayede Ömer Seyfettin yetişkin edebiyatı kategorisine girdiği hatırlatılmış. 

"Odanın uyutucu ve gölgeli sakinliğinde sanki bu iki vücut eski ve yeni Türk kadınlığının karamsar ve teselli kabul etmez iki örneğiydi. Biri bir asır evvelki neslin son örneği, hayattan ziyade ölüme ve unutmaya ait bir hatırası... Diğeri, bugünün, bir asırlık mecburi ve uğursuz gelişmenin, başkalaşmanın narin ve tatmin olunmaz bir çiçeğiydi."


Okuma yazmayı öğrendiğimde ilkokul öğretmenim bana bir Ömer Seyfettin kitabı hediye etmişti. Açıkçası o zamanlar Ömer Seyfettin okumayı sevmiyordum, rahatsız hissediyordum. Çocukken en sevdiğim kitap Nazım Hikmet'ten Sevdalı Bulut idi. Büyüdüğümde Ömer Seyfettin ile yeniden bir ilişki kurdum ve o zaman sevmeye başladım. Sonuç olarak bu yazıyı okuyan velilere tavsiyem çocuğunuza Ömer Seyfettin okutmadan önce ilkokul çağından çıkmalarını bekleyin. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Çocukken Ömer Seyfettin okunuz mu? Çocuklarınıza Ömer Seyfettin okutuyor musunuz?


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

11.09.2024

BENİM OLAĞANÜSTÜ AKILLI ARKADAŞIM ~ ELENA FERRANTE

"Lila benden daha güzel. Demek ki ben her konuda ikinci sıradaydım. Bunu asla ve hiç kimse fark etmesin istedim."

New York Times'ın 21. yüzyılda okunması gereken 100 kitap seçkisinin birincisi olan kitap Napoli Romanları serisinin de ilk kitabı oluyor. Kitabın en başında 11 sayfalık bir övgüler kısmı var ki tesadüfen kitabı bulmuş biri olarak insan bir "Nasıl duymamışım daha önce bu kitabı?" diyor. Yazarın gerçek kimliğini bilmiyoruz. Ortaya atılan iddialar olmuş ama kanıtlanamamış.  Napoli Romanları serisi 4 kitaptan oluşuyor ve sıralama şöyle:
            1) Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım
            2) Yeni Soyadının Hikayesi
            3) Terk Edenler ve Kalanlar
            4) Kayıp Kızın Hikayesi

"Şehrin geri kalanı böyle ışıklı ve güler yüzlüyken bizim mahallemizin bu kadar gerilim ve şiddet yüklü olması mümkün müydü?" 

40 yaşındaki Rino'nun annesi Lila'nın kayıp olduğunu öğrenerek başlıyoruz kitabımıza. Lila bütün eşyalarını toplayıp ortadan kaybolmuş. 60 yaşında geride çöpünü bile bırakmadan çekip gitmiş, sanki hiç var olmamış gibi... Bunu öğrendikten sonra ana karakterlerimiz Lila ve Elena'nın çocukluğuna gidiyoruz ve 4 kitaplık maceramız da başlıyor.

"O böyleydi, sadece başka türlü nasıl kurabileceğini görebilmek için yıkardı dengeleri."

Lila ve Elena'nın oyuncak bebeklerinin adı Nu ve Tina. Çocuklar kendi duygularını oyuncakları ile yansıtır ya hani Tina da sahibinin yani Elena'nın bütün korkularının temsili haline geliyor. Oyuncak bebeklerini değiştirdiklerinde Lila, Elena'nın korkularından kurtulmak için Tina'yı apartman boşluğundan aşağı atıyor. Lila cesur olduğu kadar zeki de. Okulda en yakın arkadaşınızla yaşadığınız "kim daha yüksek not alacak?" diye yaşanılan rekabet duygusu çok güzel verilmiş. Ancak babası masraflı olduğu için onu okutmak istemiyor. Abisi Rino babasının yanında çalışıyor ve babasından maaş istiyor ki o maaşıyla Lila'yı okutabilsin ancak bu işin sonu babasının 10 yaşındaki Lila'yı balkondan atması (evet) ile bitiyor. Oysa Lila ve Elena'nın en büyük hayali birlikte bir kitap yazmaktı.

"Her zaman benim yapmam gereken şeyleri, benden önce ve benden iyi yapmak zorunda mıydı?"

Elena öğretmeni ailesine ısrar ettiği için okula devam ediyor. Bu süreç içinde Lila ile arası bozuluyor ve depresyona giriyor. Çünkü Lila 10 yaşında bile öyle bir karakter ki ne yaparsa yapsın kendisinden emin tavırları ile arkadaşlarını hep kendine özendiriyor bu nedenle de Elena sürekli kendini ve başarılarını sorguluyor. Kendini Lila'nın yanında hep küçük hissediyor. Kıskançlık ve sevgi ile dolu çelişkili bir arkadaşlıkları var. Mesela Lila, Elena'nın lisede Yunanca öğreneceğini duyunca okula gitmemesine rağmen hemen gidip Yunanca öğreniyor. Öğrenmeye aç, her şeyi sorgulayan bir karakteri var ama bu açlığının sebebi hırsları. 15 yaşında Stefano ile nişanlanması ve 16 yaşında evlenmesi Lila'nın hayatını bambaşka bir yöne eviriyor. Bu sırada Elena okul vasıtası ile mahalleden dışarı çıkıyor ve farklı bir dünya ile tanışıyor. Ancak ikili birbirinden hiç kopmuyor.

"Sanki kötü bir büyü yüzünden birimizin neşesi ya da acısı, diğerimizin acısı ya da neşesiyle örtüşüyordu."

Aralarındaki duygunun arkadaşlık olduğuna emin değildim bu noktada: Sürekli bir kendini ötekinden iyi görme ihtiyacı içindeler. Bedenlerimiz büyürken dertlerimizin de büyüdüğünü ve bunu da Napoli'nin gelişimi ekseninde anlatan güzel bir seri. 22 dile çevrilmiş; naif, yalın ve realist. Çıkar çatışmaları ve sürekli değişen dengeler dört kitaplık seri boyunca gelişecek olayların temelini atıyor. İnsanın duygularını dürüst bir şekilde anlatan nadide bir eser. Çünkü hiçbir kitap içimizdeki sıradan ama çirkin duyguları bu kadar dürüstçe aktarmıyor bence. O kadar hızlı okunuyor ki Reading Slump yani okuma tembelliği sorunu yaşayanlar için ilaç gibi bir kitap.

"Tek bir kimse yoktu çevrede ve ben yalnızlıktan ağlamaya başladım. Neydim ben, kimdim?"

Üç sezondan oluşan toplam 24 bölümlük 2018 yapımı bir dizisi de var. Henüz izlemedim ancak izleyince kitap - dizi kıyasını da yapıp "KİTAP KOKUSU vs. EKRAN PARLAKLIĞI" dizim için de bir yazı yazacağım. O zaman buraya da bağlantı bırakırım.



 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 
Devamını Oku »

4.09.2024

BAHÇEDE FELSEFE ~ DAMON YOUNG

"Dünyadaki gaddarlığı görmezden gelin çünkü bunların hepsi en iyiye ulaşmak içindir."


Can Yayınları'nın Kırkmerak Dizisi 28. kitabı olan Bahçede Felsefe'yi okudum geldim. Lisanstaki hocamın tavsiyesi üzerine aldığım bir kitap. Okuması çok keyifliydi; keşke daha önce okusaymışım dedim. Yazarı Damon Young, Melbourne Üniversitesi felsefe bölümünün fahri üyesi. Kitabın tam adı "Bahçede Felsefe: On Bir Büyük Yazar ve Onların Parklarda, Bahçelerde ve Saksılarda Keşfettiği Fikirler". 

"İnsan bitmek bilmeyen bir sorudur, bir yanıt değil."

Damon Young'ın ele aldığı yazarlar şöyle:

              1. Jane Austen
              2. Marcel Proust
              3. Leonard Woolf
              4. Friedrich Nietzsche
              5. Colette
              6. Jean-Jacques Rousseau
              7. George Orwell
              8. Emily Dickinson
              9. Nikos Kazancakis
              10. Jean-Paul Sartre
              11. Voltaire
Yukarıdaki isimlerin yanı sıra Aristoteles, Platon ve Sokrates'e değinen Damon Young yazarların bahçe/doğa tutkusu ile felsefeleri arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Çünkü bir yazarı sadece metniyle değil, o metni nasıl oluşturduğunu, nereden ilham aldığını öğrenmek de o metin hakkında yeni bir bakış açısı edinmemize yardımcı olur. Bir biyografi kitabı değil ancak Damon Young söz konusu yazarların hayatının küçüçük bir parçasını okuyucuya aktarıyor ve okuyucu ile ilişkisinin güçlenmesine yardımcı oluyor.

"Élan vital budur işte: Tamamen yararsız gibi görünse de; yaratmaya ve yok etmeye, yapmaya ve yeniden yapmaya, keşfetmeye ve gözden çıkarmaya duyulan arzudur. Ölü çakıltaşları, henüz yapabiliyorken, hayata sıkı sıkı sarılmaya davettir."


Okuyucuya hafif bir entelektüel bir okuma deneyimi sunuyor. Kitabı anlamak için felsefi bir ön bilgiye ihtiyacınız olduğunu düşünmüyorum. Üstelik akıcı bir dili var; okurken zaman nasıl akıp gidiyor anlamıyorsunuz. Felsefe ve edebiyatı birleştiren çok keyifli bir metin.


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

30.08.2024

BEN SERİ KATİL : ON İKİ SERİ KATİLİN DEHŞET VERİCİ İTİRAFLARI ~ STEPHANIE BOURGOIN

"Dünya üzerinde cinayetlerin %80'i çekirdek aile içerisinde işlenmekte ve cinayet nedeni soruşturmayı yürütenler tarafından çok çabuk ortaya çıkarılmaktadır. En tehlikeli yer, gece vakti ıssız bir otopark ya da sabah saat dört sularında bir diskotek çıkışı değil kendi evimizdir."

Dehşet içinde okuyacağınız bir kitap ile karşınızdayım. Ben Seri Katil, gerçek seri katillerin anıları ve ifadeleri ile oluşturulmuş bir kitap. Stephanie Bourgoin çoksatan gerçek suç yazarı olarak ünlenmiş bir isim. Fransız yazarın 40'tan fazla kitabı var ancak dilimize çevrilen tek kitabı Ben Seri Katil. Defalarca kez cinayet hakkındaki Fransız belgesellerine konuk olmuş, 1979'dan beri 72 seri katil ile görüştüğünü iddia etmiş ve FBI'da eğitim gördüğünü söylemiştir. Ancak Stephanie Bourgoin bazı yalanlar söylediğini kendisi de kabul etmiştir. FBI'dan herhangi bir eğitim almadığını ve Charles Manson ile (bu kitabında onunla görüştüğünü yazmış) asla görüşmediğini ve söylediğinden çok daha az seri katil ile görüştüğünü itiraf etmiştir. İtirafının sebebi olarak yalanlarının onu yıprattığını söylemiştir. Kamudan özür dilemiş ve yaptıklarından utandığını da belirtmiştir. Ancak bunlara rağmen FBI için bir suç uzmanı olarak güvenilirliğini kaybetmediği söyleniyor her ne kadar kariyerini yalanlarla inşa etmiş olsa da...

"Kendim de dahil olmak üzere bu boktan insan ırkından tüm kalbimle nefret ediyorum." 

Şimdi gelelim biz elimizdeki kitaba. Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan kitap 216 sayfadan oluşuyor. Fiyat bilgim yok çünkü kütüphaneden aldım. Elimizdeki kitap 12 bölümden yani 12 seri katilden oluşuyor ve bölümleri şöyle:

  1. Acımasız Canavar ~ Carl Panzram
  2. Hannover Kasabı ~ Fritz Haarmann
  3. Los Angeles Sadisti ~ Otto Stephen Wilson
  4. Kadın Katili ~ Henri Vidal
  5. Kravatlı Katil ~ Dennis Nilsen
  6. Jully Katliamı ~ Jacquiart ile Vienny
  7. Hesaplaşma Günü ~ Elliot Rodger
  8. Bir Gencin Dehşetle İmtihanı ~ William Bonin
  9. Dr. Holmes'ün Cinayetleri ~ H. H. Holmes
  10. Gainesville Karındeşeni ~ Danny Rolling
  11. Evvel Zaman İçinde ~ Charles Manson
  12. Güneydoğu Karındeşeni ~ Joseph Vacher

"Yaşayan bir tanrıya en yakın varlığım ben. İnsanoğlu iğrenç, baştan çıkmış ve kötü ruhlu. Benim misyonum hepsini cezalandırmak. Dünyayı kendisine yakışmayan her şeyden temizleyeceğim."


Daha en başından 11. bölüm olan "Evvel Zaman İçinde ~ Charles Manson" kısmın yalan olduğunu biliyoruz. Zaten bunun yalan olduğunu öğrenmeden önce de benim için şüpheli bir bölümdü. Özellikle 2-3 sayfalık bir bölüm olmasını çok saçma bulmuştum. Charles Manson gibi sansasyonel bir isimle görüşeceksin ve 2-3 sayfa ile geçiştireceksin? Saçmalık. Charles Manson'ın varlığı (yoğun bir şekilde) bu kitap için çok büyük bir reklam malzemesi olarak kullanılabilirdi ve satışları çok çok daha yüksek olabilirdi. Ayrıca yazılan 2-3 sayfalık kısımda da doğru düzgün dikkat çekici bir bilgi yoktu; geçiştirildiği belliydi.

"Bütün bunları niçin yaptım? Toplumdan berbat bir çocukluk çağının, başarısız bir evlilliğin ve cezaevinde uğradığım tüm tacizlerin öcünü almak için."


Charles Manson bölümü dışındaki bölümlerde oldukça ayrıntıya girilmiş ve korkunç detayları yazmaktan çekinmemiş ki sanırım başka bir kitabı sansüre uğradığı için bu kitabını daha dikkatli yazmış. Giriş bölümünün başlığı olarak "İğrençliğin Büyüleyiciliği" alt başlığını kullanan yazar, bu kitabı seri katillerin kendilerini çekinmeden ifade ettiği bir anlatı olarak nitelendiriyor. Birçok metnin kendisini de sarstığını, bazen oto-sansür uyguladığını da belirtmiş. 

"Bu dünyayı yöneten karanlık güçler insanları yazgılarına sürüklemektedir ve ben cehennem güçleri tarafından ele geçirildim."


Bölümlerin içerikleri hakkında özel bir şeyler yazmayacağım. Ancak kitabın kesinlikle +18 olduğunu söylemeliyim. Ve hatta bence psikolojisine güvenmeyen okumasın 😅. Mesela Jean-Christophe Grangé severler okuyabilir bence gibi. Her iki yazarın da Fransız olması beni bir düşündürtse de Jean-Christophe Grangé okuyamıyorsanız/ ağır geliyorsa uzak durun derim. Zaten kendisinin itirafları sonucu kitabın bir kısmının da kurgu olduğu açık açık ortada. Birisinin hayal dünyasına gireceğiz diye psikolojinizi bozmanın anlamı yok.


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

17.05.2024

KİTAP KOKUSU vs. EKRAN PARLAKLIĞI: Bridgerton & En Çok Beni Sev

Kitaptaki Anthony'yi çok sevmesem de olayları o kadar çok seviyordum ki dizinin ikinci sezonunu izlemeye çok hevesliydim. Bir noktadan sonra diziyi kapatıp devam etmemeyi düşündüğümü söylemek hayal kırıklığımın ne kadar büyük olduğunu anlatır diye düşünüyorum. Bridgerton ikinci sezon tam bir rezillikti. Yazarın bu saygısızlığı nasıl kabullendiğini inanın anlamıyorum. Neyse başlayayım da diziyi izlemeyen ya da kitabı okumayan arkadaşlar da ne demek istediğimi anlasın.

1) Tanışma Sahnesi: Anthony ve Kate dizide at binerken tanışıyor çünkü Kate o kadar asi ki sabahları kendi başına at binmeye gidiyor 😒. Oysa kitapta Kate ve Anthony bir baloda tanışmıştı ve Kate Anthony'yi zaten tanır çünkü kız kardeşi için koca bakıyordur ve bir Bridgerton olarak Anthony kağıt üstünde iyi bir adaydır. Ancak Netflix standartlarında sanırım bir çift her zaman romantik bir şekilde tanışmak zorunda. Puanım (-1).

2) Leydi Danburry'nin Evsahibeliği: Sharma ailesi dizide Leydi Danburry'nin yanında kalıyor, kitapta ise böyle bir şey yok. Sadece Leydi Danburry daha çok dahil edilmek için yapılmış bir hareket. Olabilir.

3) Theo Sharpe: Eloise kitapta zamanına göre feminist sayılabilecek bir karakter diyebiliriz belki çok zorlarsak ama Theo Sharpe diye bir karakter hiç yok. Yine bir yan hikayenin abartılması. Sevip sevmediğimden emin olamadığım bir yan hikaye.

4) Yeni Lord Fetherington: Featherington ailesine daha çok rol verilmesi için yapılmış bir şey. Bu tip hikayeleri yani kitapta sessiz kalmış kısımları konuşturmalarını daha çok seviyorum o yüzden olabilir.

5) At Hediyesi: Anthony karakteri kitapta da Edwina'yı etkilemeye çalışıyor ama at hediye etmiyor. Özellikle de Kate'in atlara ilgisi gösterildikten sonra Edwina'ya hediye ettirilmesi... Saçma yani (-1)

 6) Penelope & Madam Delacroix İlişkisi: Kitapta bu ikili birlikte çalışmıyor çünkü Penelope kendi işlerini tek başına halledebilecek kadar zeki. Dizide neden Penelope şaşkın ördek gibi gösteriliyor bilmiyorum ama zaten diziye Lady Whistledown'ı açık ettiği için kızgınım  o yüzden puanım (-1).


7) Colin & Marina:
Kitaba göre Colin kızı bir daha hiç ziyarete gitmiyor ve dizide de neden gidiyor zaten anlamlandırabilmiş değilim. Ayrıca bu ziyaret sırasında Marina da depresif değil, küstah ki kendisinden bir kere daha tiksiniyorum (-1).

8) Av sahnesi: Anladık, anladık Kate kural tanımaz ve dik kafalı, evet. Ama sıktınız. Kitapta Kate klas bir karakterdi bence, dizide o klaslıktan eser yok. Aşırı abartılmış bir karakterden başka bir şey değil. Puanım (-1).

9) Arı Sokması: Dizide kaybolmasına çok çok çok üzüldüğüm sahne işte bu. Kate arı tarafından sokuluyor ve sonrasında Anthony kızın zehirlendiğine inanıp (çünkü babası arı sokması yüzünden ölmüştü ki babasının ölüm sahnesi de değiştirilmiş) kızdan zehri çıkarmaya çalışırken ikilinin basılması ve evlenmek zorunda kalması gerekiyordu. Bu sahne benim en sevdiğim sahneydi çünkü ikisi de duygularından ve dolasıyla birbirinden kaçarken artık birlikte olmak zorundalardı. Bu sahne çıkarılmış. Kitabın konusunu oluşturan bu sahne çıkarılmış arkadaşlar. Çok büyük bir hayal kırılklığıydı benim için. Sonrasında yaşananlar da zaten bir fiyasko... Dizi yapımcıları demiş ki illa bir çift mi basılsın istiyorsunuz? Alın size Prudence ve Jack... Puanım (-10).

10) Edwina & Anthony: Kitapta Edwina, Anthony'ye karşı hiçbir şey hissetmiyor. Hiçbir şey. Onun için hiçbir zaman üzülmüyor ve kız kardeşine bir metres muamelesi yapmıyor çünkü Edwina ve Anthony hiçbir zaman nişanlanmıyor! Durumun böyle çirkin bir şekilde değiştirilmesi diziyi neredeyse bırakmama neden oldu ama daha ne kadar rezil edecekler diye izlemeye devam ettim. Edwina ve Anthony'nin ilişki değişimine puanım (-10). Rezalet.

 Dizide değiştirilen daha pek çok nokta var. Yani kitabın plot twist'i değiştirilmiş diğerlerini neden değiştirmesinler ki? Çok kötü bir deneyimdi benim için. İkinci sezonu asla bir Bridgerton kitabının uyarlaması olarak değil sadece isimleri aynı olan karakterler için çekilmiş bir dizi olarak izleyin. Gerçekten çok mutluyum önce kitapları okuduğum için. İkinci sezon tam bir hayal kırıklığı ve rezalet. Yazar nasıl bu değişimlere izin vermiş aklım almıyor. Bir kitabın bu kadar rezil edilebileceğini düşünmemiştim. Puanım (-25) olmuş bakalım daha düşüğü gelecek mi? Kitabın her bir sayfasını parça parça, özenle ve emin adımlarla mahvetmişler. Bakalım üçüncü Colin ve Penelope'nin hikayesini nasıl mahvedecekler?


Bridgerton Kitap Serisi
1) Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)
3) Son Söz Aşkın (Yorum yazısı için tıklayınız.)
4) Rüyalar Gerçek Olsa (Yorum yazısı için tıklayınız.)
5) Sonsuz Sevgilerimle (Yorum yazısı için tıklayınız.)
6) Sana Muhtacım (Yorum yazısı için tıklayınız.)
7) Öpüşünde Saklı (Yorum yazısı için tıklayınız.)
8) Biz Evleniyoruz (Yorum yazısı için tıklayınız.)


Bridgerton Netflix Serisi

1) Bridgerton & Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) Bridgerton & En Çok Beni Sev


 Görüşmek üzere.❤  

Devamını Oku »

28.04.2024

KARA VE DENİZ ~ CARL SCHMITT

"Dünya tarihi, deniz güçlerinin kara güçleriyle ve kara güçlerinin deniz güçleriyle mücadelesinin tarihidir."

İlk baskısı 1942, ikinci baskısı ise 1954 yılında yapılmış yazarın kızı Anima'ya ithaf ederek yazdığı bir metin Kara ve Deniz. 1985 yılında 96 yaşında hayata veda eden Carl Schmitt Nazi destekçisi bir Alman anayasa hukukçusuydu. Nazi rejimini sonuna kadar desteklediğini ve onları aklamak amacıyla yazılar yazdığını da belirtmek isterim.Yahudi düşmanlığı ile oluşturulmuş Nürnberg Yasaları'nı özgürlük anayasası olarak adlandırdı. Savaş bittikten sonra Amerikalılar tarafından yakalanan Schmitt 1 yıl boyunca toplama kampına gönderildikten sonra 1946 yılında evine geri döndü.

"Endüstri devrimi, deniz unsurundan doğan deniz çocuklarını makine üreticilerine ve makine kullanıcılarına dönüştürdü."

Schmitt'in daha da kısa halini İkinci Dünya Savaşı sırasında yazdığı bir tarih - tarih felsefesi kitabı Kara ve Deniz. Çevirisini yapan Gültekin Yıldız'ın önsözünde belirttiği gibi Carl Schmitt Kara ve Deniz ile Katolik ile Protestan'ı, İngiliz ile Alman'ı, bencil kapitalist tüccar ile kahraman kara askerini karşı karşıya koyar. 

"İnsan bir kara varlığıdır; karaya ayak basan bir varlıktır. Sabit kılınmış yer üzerinde durur, yol alır ve hareket eder. Bu onun durduğu yer ve zeminidir; bakış açısını bu vasıtayla elde eder; intibalarını ve alemi seyretme tarzını bu belirler."

Sözleriyle başlıyor kitap. İnsan dünyayı kendi gözleri merkezinde görür. Jacques Ellul, Sözün Düşüşü adlı kitabında bu durumu çok güzel bir şekilde açıklıyor. İnsan dünyayı kendi gözleri merkezli gördüğü için bazı bakış açılarına kördür. Schmitt de (benim anladığım kadarıyla) insan bir kara varlığı olduğu için bir deniz varlığı gözüyle bakamaz dünyaya diyor. İnsanın varlığının karaya bağlı olması onun bakış açısını da etkilediğini ifade etmek istiyor.

"Dünya tarihi toprak alımlarının tarihidir ve toprağı alanlar her defasında sadece anlaşma yapmadı; bilakis sık sık kavga, hatta sıkça da kanlı kardeş kavgaları ettiler."

Kara ve Deniz kitabını, Sırp asıllı Duschka Todoroviç ile 1926 yılında yaptığı ikinci evliliğinden doğan kızı Anima'ya anlattığı tarih/tarih felsefesi dersleri olarak kurgulamış. Ancak kitabın siyasi bir hesaplaşma kastı da taşıdığı açık. Kendi düşüncelerini desteklemek için tarihten faydalanarak açıklamalar yapıyor. Kitabı çeviren Gültekin Yıldız Çevirenin Önsözü kısmında Schmitt'in denizci varoluş ve kara varoluşu ile kastettiği şeyin aslında yazarın yaşadığı     Protestanlık ile Katoliklik, İngiliz ile Alman, bencil kapitalist tüccar ile kahraman kara askeri için bir metafor olarak kullandığını açıklıyor.

"Şimdi kelimenin en cesur anlamında yeni bir dünya oluşmakta, önce Batı ve Orta Avrupa halklarının, sonra da nihayet bütün insanlığın ortak bilinci baştan sona değişmeye başlamaktadır. Bu, kelimenin tam manasıyla yeryüzünü ve dünyayı içine alan ilk gerçek mekan devrimidir."

Schmitt için tarih önemli bir savunma noktasıdır. Ona göre dünya tarihi deniz güçleri ile kara güçlerinin mücadelesidir. Kitabın adı da muhtemelen fikirlerinin temeli olan bu düşünceden geliyor.  İnsan nedir ve nasıl bir varlıktır sorularının cevabını arıyor. Varoluş hakkındaki fikirlerini aktarıyor aslında Schmitt Kara ve Deniz metni ile. Mekan devrimine çok vurgu yapıyor ve bu arada söz konusu mekan tarihi bir çağ ise insanlar için farklıların daha derin ve büyük olduğundan bahsediyor. İngiltere'den Hobbes'un Leviathan'ı olarak bahsedişi aslında birçok parçayı da yerine oturtuyor okuyucu için. Kısa ama dolu dolu bir kitap. 


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

22.04.2024

ICKABOG ~ J. K. ROWLING

 J. K. Rowling'in Harry Potter kitaplarını yazarken boş kaldıkça yazdığı bir hikaye Ickabog. Covid 19'un hayatımıza girmesiyle internette ücretsiz bir şekilde yayınlamaya karar veriyor ve işte bugün bende kitabıyla karşınızdayım. Bir Harry Potter tabiki değil ama yine de okuması çok keyifliydi.

"Kornukopya'nın geri kalanının gözünde, Bataklık Diyarı'ndan çıkan kayda değer tek şey Ickabog efsanesiydi."

Kornukopya ülkesi kral Korkusuz Fred tarafından yönetiliyor. Kralın yakın arkadaşları Lord Tükrer ve Lord Salyan kralın evlenmesini istemiyor çünkü kraliçe eğlencelerini bozar diye korkuyorlar. Bu ikili hem yalaka hem de kraldan daha akıllılar. Nesillerce sarışısın krallar tarafından yönetilen Kornukopya'nın bütün şehirleri çok güzel ve refah içinde, Bataklık Diyarı hariç.

"Yine de tek istediğiniz annenizle babanızın geri gelip size sarılmasıysa, sadece içinizde yaşayan bir anne babaya sahip olmak hiç kolay değildir."

Bert Pürneşe'nin babası binbaşı ve annesi kralın pasta şefi. Pürneşeler, Kırlangıçkuyruğu ailesi ile çok yakın dostlar. Bert'ün en yakın arkadaşı olan Daisy Kırlangıçkuyruğu'nun babası kralın marangozu iken annesi de baş terzisi. Daisy'nin annesi üç gün üç gece çalışıp kral için bir takım diktiği sırada yorgunluktan ölüyor. Daisy de annesinin kralın bencilliği, kibri ve umursamazlığı yüzünden annesini kaybettiğini söyleyince Bert ile arası bozuluyor. 

"Bir kere yalan söylemeye başladınız mı devam etmek zorunda kalıyordunuz ve bu da aynı su alan bir geminin kaptanı olmaya benziyordu, kendinizi batmaktan kurtarmak için gemideki delikleri sürekli tıkamanız gerekiyordu."

Dilek gününde saraya bir çoban geliyor ve Ickabog'un köpeğini yediği için cezalandırılmasını istiyor. Ickabog kelimesi, zafer yok veya bozguna uğramak anlamındaki Ichabod kelimesinden geliyor. Hikayemizde Ickabog çocukları ve koyunları yiyip bataklıkta yaşayan bir canavar. Kral da Daisy'nin sözlerinin aksini ispat etmek için bir hevesle Ickabog'u yakalamak için çobanın geldiği yere, Bataklık Diyarı'na gidiyor. Ve işte burada Ickabog'u ararken sis çöküyor ve Lord Salyan, Ickabog'u vuruyorum diye Bert'ün babası Binbaşı Pürneşe'yi vurup öldürüyor. Suçu da Ickabog'un üstüne atıyor.

"Bazen -nasıl bilmiyorum- birbirinden kilometrelerce ötede yaşayan insanların artık harekete geçme vaktinin geldiğini aynı zamanda fark ettiği olur. Belki de fikirler rüzgarda uçuşan polenler gibi yayılıyordur, kim bilir."

Binbaşı Pürneşe'nin ölümünden sonra ülkenin durumu gittikçe kötüleşiyor. Kral, en yakınlarının kendini kullandığını ve refah içindeki ülkesini sefalete sürüklediklerini göremiyor. Sinir bozucu bir şekilde hikaye boyunca hep kötüler kazanıyor havası var. Yapılan her şey cinayeti saklamak ve kralı kullanmak için. Aradan yıllar geçiyor ve bir noktada artık sadece ülkenin başkenti zengin bir şehir ki o da kralı ülkenin hala iyi bir durumda olduğuna inandırmak için. Kuzey Kore gibi bir yere dönüşüyor Kornukopya. 

"Sıradan halkın böyle bir şeyi fark edecek kadar akıllı olabileceği hiç aklına gelmemişti."

Daisy'nin yerinde olsam Bert gibi bencil bir çocuk ile arkadaş olmak istemezdim. Zamanında Daisy onu zorbalara karşı korumuş ama o sadece Daisy'ye diklenebiliyor. Yine de gerçek Ickabog ile tanışan Daisy, Bert ve diğer iki çocukla birlikte Kornukopya'yı yalanlardan kurtarmak için harekete geçiyor. 

Kitapta cinayet, çocuğa şiddet, 15 yaşında askere yazılan çocuk vs gibi şeyler olduğu için bir çocuk kitabı olarak göremiyorum her ne kadar kitabın vermek istediği mesaj gerçek canavarların insanlar olması olsa da. Yozlaşma ile bir ülkenin refahtan sefalete nasıl gidileceğinin altını çiziyor. Kısacası yetişkinler için gayet iyi bir kitap ama pek çocuk dostu olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu arada çizimleri de çok güzeldi.


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

16.04.2024

BÖYLE YAŞIYORUZ ARTIK ~ SUSAN SONTAG

 "Herkes, herkes için endişeleniyor artık, dedi Betsy, böyle yaşıyoruz sanırım, böyle yaşıyoruz artık."

52 sayfalık çarpıcı bir metin Böyle Yaşıyoruz Artık. Susan Sontag bir dostunun AIDS olduğunu öğrendiği gün bir oturuşta yazmış bu metni. Okuyucuyu konuya çekmek için oyalanmıyor ve daha ilk cümleden hastanın AIDS nedeni ile yaşadıkları arkadaşları aracılığı ile anlatılmaya başlanıyor. Hastalığın yaygınlığından bahsederken yanlış bilinenlere (özellikle de bulaşıcılık konusunda) de değiniyor.

 "Nasıl ölündüğünü öğreniyoruz..."

Bir hastalığı sosyal açıdan bütün yönleri ile ele almayı başarmış Sontag. Hiç bir hastalık hikayesinde hasta yakınlarının hislerinin bu kadar detaylı ve yerinde ele alındığını görmemiştim. Muhtemelen kendisinin hasta yakını olmasından kaynaklanıyor. Bu sayede bir hasta yakının sadece üzüntüsünden değil, ziyarete giderken bile hissettikleri bencilce duygulardan çekinmeden bahsediyor.

"Kanser teşhisi, hastalardan genellikle aileleri tarafından gizleniyordu; AIDS teşhisi ise, en az aynı derecede yaygın bir şekilde, hastalar tarafından ailelerinden gizlenmektedir."

Kitaptaki en etkileyici kısımlardan birisi benim için kanser & AIDS karşılaştırmasıydı. Her iki hastalık da ölümcül ve kesin bir çözümü yok maalesef. Ancak Sontag, kanserin insanda kötü şans, AIDS'in ise suçluluk duygusu uyandırdığından bahsediyor. Kanser sağlıksız bir yaşamın cezası olarak görülürken AIDS, sapkın bir seks müptelasını çağrıştırır. Bu nedenle de bir AIDS hastası ya da HIV pozitif bireyler fiziksel ölümden önce toplumsal bir ölümle yüzleşir. 

"Hastalık en büyük sefalet olduğu için, hasta olmanın en sefil yanı da yalnızlıktır."

Aslında Sontag'ın AIDS ve Metaforları kitabından bir bölüme ait, noktası olmayan bol virgüllü cümlelerle yazılmış bir metin. Sontag her bir tespitiyle göz ardı edilen gerçekleri okuyucunun yüzüne vurmaktan çekinmemiş. Ufuk açan kitaplardan biri olduğunu söyleyebilirim. Ölümcül bir hastalığı sadece hasta odaklı değil, hastanın yakın çevresine de odaklanarak anlatması oldukça etkileyiciydi. Gerçekleri saklamamış, bencilliklerini başka şeylerin arkasına sığınmadan anlatmayı tercih etmiş. 


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

 

Devamını Oku »

KİTAP KOKUSU vs. EKRAN PARLAKLIĞI: Bridgerton & Yüreğe Söz Geçmiyor

 8 kitabın 8'ini de bitirmeden başlamayı reddettiğim Netflix tarafından çekilen ve 2020 yılında büyük sükse yapan Bridgerton dizisinin 1. sezonundan bahsedeceğim bugün. Bildiğiniz gibi kitap uyarlamaları artık çok öne çıkmaya başladı ve bir de baktık ki bizim tam 20 yıllık Bridgertonlar dizi oluyor. Bridgerton serisinin seçilmesinin en büyük etkenlerinden birinin Lady Whistlesdown olduğunu düşünüyorum. Lady Whistledown seriye bir Gossip Girl (kitap yorumlarım için tık tık) havası veriyor. Eğer bir dizi yorumcusu olsaydım Gossip Girl vs. Bridgerton konulu bir yazı yazardım ama neyseki değilim😋. O zaman işte dizi & kitap farklılıklarımız:


1) Color-blind Show yani Renk Körü Dizi:
Bridgerton dizisi ırkçılığa karşı olduklarını ırkçılığın revaçta olduğu 19. yüzyılda siyahi bir kraliçe, bir dük ve daha bir sürü soylu karakter ile gösteriyor. Onların dünyasında ırkçılık yok. Bu hareketleri birçok kesim tarafından da alkış aldı açıkçası. Kitapta ise hiçbir karakter siyahi değil ama kitabın yazarı da bu hareketi desteklediğini kendi sosyal medya hesaplerından gösterdi. 


2) Sosyeteye Takdim:
Genç kızların sosyeteye takdim edildikten sonra kendilerine saygın bir eş bulmaları beklendiğini biliyoruz. Dizi ile kitap arasında ise şöyle bir fark var: Dizide Daphne Bridgerton sosyeteye ilk defa takdim ediliyor. Oysa kitapta Daphne sosyeteye takdim edileli 4 yıl olmuş ki bu zaten Simon böyle bir oyuna girişmesinin en büyük nedeni. Diziye (-1) puan.

3) Sezonun Elması: Daphne Bridgerton dizide kraliçeye takdim edilir edilmez kraliçenin gözdesi olarak sezonun elması haline geliyor. Ancak kitapta böyle bir şey yok. Daphne Bridgerton hiçbir zaman sezonun elması olmadı. Kendisinin gayet sıradan bir güzelliği ama yüklü bir çeyizi vardı ve bu benim bu kitabı sevmemin nedenlerinden biriydi. Çünkü bütün tarihi aşk kitaplarında başkarakterler HER ZAMAN en güzel-en yakışıklı olur sanki diğerlerinin sevmeye/sevilmeye, gerçek aşkı tatmaya hakkı yokmuş gibi. Diziye (-1) puan. 
Not: Ben dizideki kızları çok beğendim ama erkekler maalesef benden geçerli bir not alamadı. Tarihi dizilerdeki Henry Cavill etkisi?😅😅

4) Marina Thompson: Bir kitapta Colin'in eski aşkından bahsediliyor ama ilk kitapta böyle bir karakter yok. Kitapta böyle bir karakter olmadığı için de Marina'ya tuzak kuran falan da yok. Bu arada Colin'in eski aşkı sezonun gerçek elmasıydı💎. Yani entrika için karakter harcamaları diziye (-1) puan daha kazandırıyor ama aynı zamanda Colin'in hikayesini canlandırdıkları için de puan kazanıyorlar. Kitapta bir Marina Thompson var ama o da Lord Featherington'ın kuzeni değil. Bridgertonların uzaktan kuzeni ki onun da adı geçecek sadece serinin başka bir kitabında. Ve kitaptaki olaylara göre dizide Marina'nın eşi olan bey geri dönecek ki ben çok saçma buluyorum bu her karakteri bir şekilde birbirine bağlama işini. Neyse...


5) Anthony'nin Daphne'yi Nigel'i kabul etmeye zorlaması:
Kitaptaki Anthony'yi de sevmemiştim ama dizidekinden nefret ettim. Gerçekten hiçbir şekilde sevmedim. Kitaptaki Anthony kız kardeşini dizideki gibi bir şeylere zorlamazdı, özellikle de evlilik söz konusu olduğunda. Ayrıca Nigel olayı kitapta bukadar da büyümemişti. Yani diziye puanım (-1). Yazar bunu nasıl kabul etmiş?


6) Siena & Anthony:
Bu ilişki gereksiz yere abartılmış. Anthony deli divane aşık gibi gösterilmiş. Oysa Anthony aşık olabileceği bir kadın gördüğünde arkasına bile bakmadan kaçan bir adam. Yani diziye yine puanım (-1).

7) Simon ve dövüşçü arkadaşı: Dizi için uydurulmuş. Neden ihtiyaç duydular bilmiyorum.

8) Evli Kadınlar Suaresi: Böyle bir şey de yok ve çok saçma buldum o yüzden diziye (-1) daha ekledim.


9) Büyük Kavga:
Kitapta Daphne ve Simon evlendikten sonra kavga edip ayrı düşüyor. Oysa dizide böyle bir şey yok. Ben kitapta gerçekleşen ayrı düşmenin onları olgunlaştırdığını, ilişkilerini değerini anlamalarını sağladığını düşünüyorum o yüzden diziye (-1) puan.


10) Lady Whistledown:
Penelope'nin böyle bir anda açığa çıkışı benim için çok büyük bir hayal kırılığı oldu. Gerçekten diğer şeylere göz yumabilirdim belki (Anthony hariç) ama bu bence dizinin kendisini de baltalaması. Penelope'yi kitapları okumayan seyirci de bulmaya çalışıp tatlı bir heyecan katabilirlerdi ve kitaptaki şekliyle açığa çıkabilirdi o yüzden diziye puanım (-3).
Not: Penelope'yi oynayan oyuncuya bayıldım!💖

Daha pek çok farklılık var mesela Daphne'nin annesine itirafı, Daphne & Simon el ele tutuştukları tablo sahnesi, Simon'ın kaçışı-veda, Simon ile yakalanması, kraliçe (kitapta kraliçenin hiçbir etkisi yok), özel izinle evlilik gibi. Her karakterin yaşları günümüz standartlarına daha uygun olsun diye değiştiriliyor oysa 19. yüzyılda neler döndüğünü herkes biliyor. Yaz yaz bitmiyor ama ben yazımı diziye (-9) puan vererek bitireceğim. Dizi izlenir mi? İzlenir ama bazı şeyler beni çok hayal kırıklığına uğrattı ve iyi ki seriyi bitirmeden okumaya başlamamışım dedim. Kitaplar kesinlikle diziden çok daha güzeldi. Yine de çok abartılı bulmadım bu değişiklikleri; özellikle de ikinci sezonu izledikten sonra.


Bridgerton Kitap Serisi
1) Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)
3) Son Söz Aşkın (Yorum yazısı için tıklayınız.)
4) Rüyalar Gerçek Olsa (Yorum yazısı için tıklayınız.)
5) Sonsuz Sevgilerimle (Yorum yazısı için tıklayınız.)
6) Sana Muhtacım (Yorum yazısı için tıklayınız.)
7) Öpüşünde Saklı (Yorum yazısı için tıklayınız.)
8) Biz Evleniyoruz (Yorum yazısı için tıklayınız.)


Bridgerton Netflix Serisi

1) Bridgerton & Yüreğe Söz Geçmiyor
2) Bridgerton & En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)


 Görüşmek üzere.❤  

Devamını Oku »

10.04.2024

AZICIK ACIKLI MASALLAR ~ ITALO CALVİNO

 Her ne kadar bir çocuk kitabı da olsa bir yetişkin olarak okumak farklı bir bakış açısı sağlıyor. Zaten hikayeleri çocuklara okumadan önce kendimiz okuyup verilen mesajı kontrol etmeliyiz diye düşünüyorum. Kitap renkli kuşe kağıda basılmış harika çizimlerle de içeriği zenginleştirilmiş. İçinde İtalya'nın farklı bölgelerine ait 5 adet masal var.

1) Uğursuzluk: Bir Palermo masalı olan Uğursuzluk, talihine küsme temalı bir hikaye anlatıyor bizlere. Sonunu sevmediğim bir masal olduğunu itiraf etmeliyim.

"Zavallı baba kızına son bir öpücük vermiş, kalbine bin diken batıyor gibiymiş, ağlaya ağlaya evin yolunu tutmuş, öyle bir hali varmış ki taş olsa duygulanırmış."

2) Belinda ile Dev: Bir Toscano masalı. Bu hikayede de verilen mesajı çok hoş bulmadım açıkçası. İlk hikayede de burada da en küçük fedakar kız ailenin kalanının iyiliği için evden kovuluyor ve en sonunda da kralla evleniyorlar. Nerede benim bağımsız ayakları üstünde durabilen kızlarım?

3) Büyülü Kuş: Açgözlülük temasının kullanılmaya çalışıldığına inandığım bir Floransa masalı Büyülü Kuş. Altın saçlı üç kardeşimiz başrolde. En küçük kız kardeş, bahçelerinde dünyanın en güzel şeyleri olsun istiyor diye abileri tehlikeli yerlere gidiyor. Bunun sonucunda da ilginç bir şekilde annelerini kurtarıyorlar. 

4) Elmanın İçi ile Elmanın Kabuğu: Bir sır açığa çıktığında mermere dönüşülen bir Venedik masalı. Dedikodu yapmayın, sır saklamayı bilin teması var. Ayrıca babanın bedduasının tutması ile de babaya karşı gelmeyin mesajı verilmiş. 

5) Kanarya Prens: Sanırım tam anlamıyla sevdiğim tek hikaye. Bir Torino masalı. Bu hikayede Prenses, Prensi kurtarıyor. Şansın yardımı olsa da zekası da yok sayılmayan bir kadın karakter var. Kendisi için ayağa kalkmaktan çekinmeyen cesur bir kadın.

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 


Devamını Oku »

2.04.2024

SİDDHARTHA ~ HERMANN HESSE

 "Dünyanın acı bir tadı vardı. Eziyetti yaşamak."

Dedikoducu Kız kitaplarında Dan'in okumuş gibi yaptığı kitaplardan birisi Siddhartha. Bir Hint Masalı alt başlığı ile Hermann Hesse'nin kaleminden çıkmış bir klasik. Hermann Hesse'nin babası aslında Rus, kendisi de Almanya'da doğmuş. Hint kültürüne ilgisi ise annesinden geliyor; Hint bir anne ile büyümüş olan Hesse, Budist felsefesini de böylece öğrenmiştir. 3 yıl evli kaldığı ikinci Eşi Ruth Wenger, kitapta geçen Siddhartha'nın sevgilisi Kamala karakteri için ilham olmuştur. 

"Bir hedef bulunuyordu Siddhartha'nın önünde, tek bir hedef: Arınmış olmak, susamalardan arınmış, düşlerden sevinçlerden, acılardan arınmış. Ölerek kendinden kurtulmak, ben olmaktan çıkmak, boşalmış bir yürekle dinginliğe kavuşmak, benliksiz düşünmelerle mucizelere kapıları açmak, işte buydu onun hedefi. Ben tümüyle saf dışı bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesleri kısıldı mı, işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık. Ben olmayan öz, o büyük giz."

1922 yılında yayınlanan Siddhartha, spiritüalist bir roman. Gerçek bilginin peşinde koşan başkahramanı Siddhartha'nın hayatını anlatır. Yaşadığı yerden, ailesinden ilk önce gezgin çilecilerin -Samanaların- peşine takılarak ayrılıyor. En yakın arkadaşı Govinda da onun adımlarını takip ediyor. Nefis öldürme egzersizleri, bedenden çıkma, oruç tutma gibi pratikleri olsa da iş yemeğe gelince insanlardan dileniyorlar. Üstüne üstlük bu yaşam stiline rağmen en yaşlı Samana'nın hala Nirvana'ya ulaşamamış olması Siddhartha'yı rahatsız eder ve umutsuzluğa düşürür. 

 "Ölümlü nesneler, hızlı bir değişim içindedir Govinda, biliyorsun bunu."

Bu yüzden Govinda, Buddha'yı dinlemeye gidelim dediğinde onunla birlikte gidiyor. Kusursuzluk ve dinginlikle eşleştirilen Buddha'nın öğretisinin amacı acılara son vermek. Siddhartha, Buddha'nın öğretisinden de emin olamaz ancak Govinda ilk defa Siddhartha'nın adımlarını takip etmeyi bırakıp Buddha'ya sığınır. Siddhartha'ya göre hiçkimse öğretiyle kurtuluşa kavuşamaz. Bu yüzden de kendi kendinin öğretmeni olmaya karar verir.

"Hikmetini ve içyüzünü öğrenmek istediğim şey, Ben'di. Kurtulmak, alt etmek istediğim şey, Ben'di. Ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. Doğrusu, dünyada benim bu Ben'im kadar, bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum, Siddhartha olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. Ve dünyada kendim kadar, Siddhartha kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok!"

Siddhartha bir kendini arama yolculuğuna başlar. Ne aradığını fark ettiğinde ise dünyaya yeni bir gözle bakmaya başlıyor. Kendini arama yolculuğunda karşısına çıkan ilk yer kent oluyor. Ve kentte karşılaştığı ilk şey de 'yosma' Kamala ve onun zenginliği. Siddhartha, Kamala'dan ona 'sanatını' öğretmesini istiyor. Kamala da ona para kazanmasını söylüyor ve böylece Siddhartha çalışmaya başlıyor. Bunun sonucunda "hem aşağıladığı he de sevdiği bir hayat" yaşarken dünya malına kanıp yıllarca kendini arama yolculuğuna ara veriyor. Yine de diğer insanlara küçümseyerek bakmaktan vazgeçmiyor. 

"Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak."

Kendi durumunu idrak ettiğinde ise bütün her şeyi geride bırakıp kimseye bir şey demeden kentten ayrılıyor. İçinde her zaman duyduğu bir ses olduğuna ve bu sesin kentten ayrıldıktan sonra "om" olarak geri döndüğüne inanıyor. Ardından da bir ırmağın ona seslenişini, onu kendine çekişini duyuyor.Irmağa çekildikten yıllar sonra Kamala ile bir oğlunun olduğunu öğreniyor. Siddhartha'nın oğlu onun yanından ayrılmak isterken, Siddhartha'nın oğlunu yanında tutma arzusu onun dünyevi arzularından biri olarak gösteriliyor. 

 "Zaman aşılır aşılmaz, zaman düşüncesi kafadan çıkarılır çıkarılmaz dünyadaki bütün güçlükler, bütün düşmanlıklar silinip gitmiyor mu, yenilgiye uğratılmıyor muydu?"

 Bütün hayatı boyunca gerçek bilgiyi ve iç huzurunu arıyor Siddhartha. Okuyucu da yanında ona eşlik ediyor. Okuması oldukça keyifli ve bir şekilde insanı kendi arayışı için teşvik eden bir eser. İnsanın düşünüp kendini sorgulaması için araç niteliğinde bir kitap oldu benim için.

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

 

Devamını Oku »

4.03.2024

AMERİKAN EV ARKADAŞI DENEYİ ~ ELENA ARMAS

 "Kim olduğunu tabii ki biliyordum. Ne kadar iyi bildiğimi duysa şaşardı."

İspanyol Aşk Aldatmacası serisinin ikinci ve son kitabı Amerikan Ev Arkadaşı Deneyi. 

1) İspanyol Aşk Aldatmacası (Yorum için tıklayınız.)
2) Amerikan Ev Arkadaşı Deneyi

"Çünkü ben Rosie'ydim. Kontrolümü kaybetmemek benim işimdi."

 Rosalyn Graham ilk kitaptan da tanıdığımız bir isim. Kendisi Catalina'nın en yakın arkadaşı. Yani yine New York'tayız. Sevgili Rosie'nin evinin -kelimenin tam anlamıyla- başına yıkılmasıyla başlıyor maceramız. Üst kat komşusu Bay Brown'ın robdöşambrının altına hiçbir şey giymediğini evinin tavanı çöktüğünde öğrenen karakterimiz Rosie, tabii ki Catalina Peru'da balayında olduğu için onun boş olan tek odalı stüdyo dairesine gidiyor. Ancak banyo kapısında kilit olmayan bu dairenin kapısı da gece yarısı birisi tarafından zorlanmaktadır!

"Peki, 'Keke şeker yerine tuz attım,' türü bir hata mı yoksa, 'Hayatım, fare zehrini yanlışlıkla yemeğe karıştırmış olabilirim, yerinde olsam çiğnemeyi keserdim,' türü bir hata mı?"

Catalina'nın kuzeni Lucas Martin kapıyı zorlarken Rosie garip bir şekilde polisi aramıyor. Lucas, kuzeninin geçen seneki düğününe gidemediği için Rosie ile tanışamamış ama Rosie, Lucas'ı tanıyor hem de oldukça iyi tanıyor. Çünkü Lucas'ı internetin el verdiği kadarıyla stalklamış; Lucas'ın şampiyonalara ve turnuvalara katılan bir sörfçü olması da ekmeğine yağ sürmüş. Rosie 1 yıldır da onunla tanışmayı hayal ediyormuş. Bunun normal bir şey olduğunu düşünmüyorum ama Rosie takıntılı bir sosyopat çıkmadığı için mutluyum.

"Sana çiçek alanı değil, senin için koca bir bahçe ekecek erkeği seç, Bezelye."

Tek odalı bir daire olduğu için Rosie eşyalarını toplayıp gitmeye çalışıyor ama centilmen erkeğimiz buna izin vermiyor ve ağır sırt çantasını alıp gidiyor. Gitmeden önce de bir sonraki akşam yine geleceğini ve o zaman anlaşabileceklerini söylüyor. Oysa evin sahibi Catalina, Rosie'nin orada olduğunu bile bilmiyor çünkü kızımız yeni evli çifte ulaşamamış. Üstelik Catalina, en yakın arkadaşı Rosie'nin kuzenine olan platonik aşkını da bilmiyor.

"Nehre fırlatılan plastik bir şişe gibi oradan oraya savruluyordum. Bir amacım ya da varlığımı sürdürmek için bir nedenim yoktu."

Rosie'nin erkek kardeşi ve babasından oluşan küçük bir ailesi var. Annesi, Rosie 10 yaşında iken erkek kardeşi de 10 aylıkken evi terk etmiş gitmiş. Kızımız da aslında bir mühendis ancak işten ayrılmış ve bunu erkek kardeşi ile babasından aylardır saklıyor. İşi bırakma sebebi ise... Rosie mahlas kullanarak bir aşk romanı yazmış ve kitabı çok tutunca yayınevi ikinci kitabı da yazmasını istemiş. Rosie de kitabını yazmak için işi bırakmış ancak küçük bir problem var: Kitap teslimine 8 hafta kalmış ancak henüz tek kelime bile yazmamış. 

" "Rosie." İsmimi söyleyişinde öyle bir şefkat vardı ki geri almasını istedim. O tınıyı hiç duymamış olmayı istedim. "

Lucas'ın da herkesten sakladığı bir sırrı ve New York'ta geçirmek üzere ayarladığı 6 haftası var. Rosie kitap teslimine 8 hafta kalmışken hem kalacak yer aramakla uğraşmak istemiyor hem de Lucas ile vakit geçirmek istiyor; Lucas da yalnız kalmak istemiyor hem de Rosie'nin zor duruma düşmesini istemiyor. Böylece Lucas, Rosie'ye ev arkadaşlığı teklif edince kızımız da kabul ediyor. Bir önceki kitabı okuyanlar bahsi geçen evin bir stüdyo daire olduğunu bilir; yani tek bir odadan oluşan bir daire.

"Aslında onunla aynı durumdaydık; ikimiz de gelecekten korkuyorduk. Bir farkla. Rosie'nin ayaklarının  altına serilmiş koskoca bir dünya vardı ve benimki de tam anlamıyla ayaklarımın altından çekilip alınmıştı."

Catalina, Rosie'ye yazar tıkanıklığından kurtulması için birileriyle görüşmesini öneriyor. Lucas da bu telefon konuşmasını dinleyip Rosie'nin de erkek seçmede ne kadar başarısız olduğunu öğrendikten sonra kendisini öneriyor. Böylece "deneysel" partnerliğe başlıyorlar. Her ikisi de hayatlarının zor bir döneminden geçen "çiftimiz", toplam 4 randevuya çıkmak üzere anlaşıyorlar.

 "Önemli değil," dedi sakince. Neden? diye sormak istedim. Benim için bu kadar önemliyken onun için nasıl olmazdı?

Catalina'nın Rosie ile olan ilişkisini korumak için onu Lucas'tan uzaklaştırmaya çalışmasına sinir oldum. Çok bencilce idi. Rosie ve Lucas ise biraz ergen gibilerdi açıkçası; hislerinden bahsederken fiziksel temasa gereksiz fazla vurgu yapılmış ama o kadar temas da yok aslında. Buram buram Yeşilçam kokan bir 'onu hak etmiyorum' muhabbeti var. Madem öyle, onu kaybetmemek için elinden gelenin fazlasını yap. Yine de arkadaştan aşka temalı, draması olmayan tatlı mı tatlı bir romantik komedi kitabı Amerikan Ev Arkadaşı. Günlük hayatın zorluklarından uzaklaşmak için okumaya uygun.

 

  Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

20.02.2024

İSPANYOL AŞK ALDATMACASI ~ ELENA ARMAS

 "Birinin beni içine düştüğüm bu delilikten çekip çıkarması ve en yakın akıl hastanesine yatırması gerekiyordu."

 Selam! Bugün iki kitaplık bir seri ile karşınızdayım:
1) İspanyol Aşk Aldatmacası
2) Amerikan Ev Arkadaşı Deneyi

 New York'tayız. Bir mühendislik danışma firmasında Aaron Blackford ve Catalina Martin ile maceralara dalmak üzereyiz. Bu tatlı maceramızın vesilesi Catalina'nın ablasının 1 ay sonraki düğünü. Bu düğünde damadın sağdıcı, Catalina'nın İspanya'yı terk etmesinin sebebi olan eski sevgilisi Daniel çünkü kendisi damadın abisi. Üstelik yeni nişanlanmış! Zavallı Catalina ise ondan sonra hayatına kimseye almamış.😣

"Geri kalan her şeyin bir vızıltıdan ibaretmiş gibi gelmesine neden olacak kadar çılgınca âşık olacak mıydım?"

 Catalina da n'apsın? En yakın arkadaşı Rosie'ye dert yanıyor ve bu sırada Aaron da onları duyuyor. Oysa Aaron ile Catalina iki düşman diyebiliriz (#düşmandanaşka 😍). Neyse Aaron aramız soğuk falan demiyor ve Catalina'ya kavalyesi olmayı teklif ediyor. Okuyucu olarak başta bir şey diyorsunuz "What the hell???". Ama kitabın ilerleyen sayfalarında anlıyoruz Aaron'ı.

"Herkes bana daha farklı bakmaya başlamıştı. Değişmişim ya da bana bakışlarında bir şeyler değişmiş gibi. Sanki artık kırık dökük bir şeymişim gibi."

 Catalina çok istemeyerek de olsa annesine ve dolayısıyla bütün ailesine düğüne -olmayan- erkek arkadaşı ile geleceğini söylediği için Aaron'ın teklifini eninde sonunda kabul ediyor (#fakedating 😍). Catalina'nın Clark Kent'in çatık kaşlısı olduğunu düşündüğü Aaron'ın ona karşılıksız yardım etmeyeceğinden emin ki bir nevi haklı da çıkıyor. Çünkü Aaron da Catalina'dan bir sosyal yardım etkinliğinde ona eşlik etmesini ve KENDİSİNİ (evet, Aaron'ın kendisini) bir açık arttırmada satın almasını istiyor. Nasıl yaniiiiğğ? Şöyle ki, her yıl hayvanlar için bağış toplanan bir etkinlik var. Bu etkinlikte insanlar sahneye çıkıyor açık arttırma ile "bağışseverler" date satın alıyor. 

"Duygularımızı kontrol altına alıp ehlileştiremiyorduk."

 Neyse... Aaron ve Catalina kısa sürede güzel bir dinamik yakalıyor. Catalina (ve biz okurlar Catalina'nın ağzından okuduğumuz için) Aaron'ın ne kadar güvenilir, ayakları yere basan bir insan olduğunu görüyoruz. Ve bir de Aaron, Catalina ile aynı işi yapsa da aileden zengin bir beyefendi. Bu arada iş demişken özellikle erkek ağırlıklı bir sektörde kadın olmak çok güzel yansıtılmış bence ama ben ekstra şey de beklerdim bir süre sonra Aaron ve Catalina arasında maaş farkları olduğunun ortaya çıkmasını ama olmadı. (Maalesef bu gerçek bir problem.)

"Bu ânı geri alabilir miyiz lütfen, sevgili evren? Lütfen."

Bir süre sonra fark ediyorsunuz ki Aaron, Catalina hakkında bilmesi gerekenden daha çok şey biliyor. Eh, bir romantik komedi kitabında psikopat eğilimleri olan bir karakter beklemediğiniz için diyorsunuz ki o zaman Aaron kızımızı uzaktan uzaktan hep izlemiş, dinlemiş. Aaron ile ilgili tatlı detayları maalesef kitabın çok ilerilerinde öğreniyoruz. 

 "Asla mutsuz olmamıştım, en azından tam olarak mutlu da olmadığımı fark edene kadar."

 En büyük şikayetim kitap boyunca Daniel'ın nişanlısını görmedik. Yani bu bir film projesi değil, ekstra bir karakter yazmak iki-üç satır bir şey söyletmek ekstra bir maliyet oluşturmazdı; benim gibi dramasever okuyucuları beslerdi. 😅 Onun dışında ilk defa bir kitap çıkaran yazar için oldukça tatlı, minnoş, tatmin edici bir kitap. Ben sevdim. Bayılmadım ama sevdim. Bir de ufak bir spoilerlı problem var: Kitabın sonunda Aaron ve Catalina'nın bu sahte sevgililik olayına aileye anlattığı bir cümleyle geçiştirilmiş. Bu hiç hoş değildi bence. Yani Daniel'ın kardeşi ile kız kardeşi evli olduğu için Daniel da öğrenmiştir ve hani kızın amacı da zaten ailesine zavallı görünmemekti. Sonuç? Rezil olmuş ve bu bir cümle ile geçiştirilmiş.

"Aaron gözlerimin içine, çok derinlerdeki bir yere baktı. Benim bile erişemediğim bir yere."

Bu arada Aaron'ın arkadaşı TJ için kitap gelir mi acaba, diye de düşündüm bunu yazara yorum olarak yazdım eğer cevap alabilirsem instagram hesabımda görürsünüz zaten. Son olarak yanlışlıkla ikinci kitaptan başlamış birisi olarak da şunu söyleyebilirim ki bu kitap ikinci kitaptan daha güzeldi. 🙈

    Kitap Fiyatı: ₺ 60,00 [ 12/05/2023 ]  - Kidega   


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

14.01.2024

KİRACI ~ JAVIER CERCAS

 Mario Rota, rutinleri seven bir akademisyen. Bir pazar sabahı koşu yaparken ayak bileğini burkuyor ve eve döndüğünde kapıda ev sahibi Bayan Workman ve Daniel Berkowickz ile karşılaşıyor. Mario, Berkowickz'in yeni taşınan karşı komşusu olduğunu ve hatta üniversitede de birlikte çalışacaklarını öğreniyor. 

"Ama izin verin size başka bir şey söyleyeyim, bu ülkenin en büyük avantajı şu: Burada kimseyi dinlemek zorunda değilsin; yapman gereken tek şey konuşmak. İnsanlar konuşuyor, konuşuyor ve konuşuyor, ama kimse dinlemiyor. Bu bana kendimi birazcık evimde hissettiriyor çünkü İspanya'da da bunun aynısı oluyor."

Başta Berkowickz'in bir stalker olduğunu düşündürüyor yazar okuyucuya. Çünkü kim bir insanın 3 yıl boyunca çıkardığı tek makalenin başlığını ezberler ki? Berkowickz. Üniversiteye gelir gelmez Mario'nun sınıflarını elinden alıyor. Hatta Mario'nun tez danışmanlığını yaptığı öğrencisi ve aynı zamanda ilişkisi olan Ginger bile Berkowickz'in okula gelişi konusunda heyecanlı. Hatta o kadar ki tez danışmanını Berkowickz olarak değiştirmek istiyor. O yüzden de Mario'nun Berkowickz nefretine hak verip duruyoruz. Rutinleri seven Mario'nun, Berkowickz yüzünden neredeyse bütün hayatını değiştirmek zorunda kalıyor.

"Bu sanki bir mahkûmiyet: Daima sahip olmadığını sevmek ve sahip olduğunu asla sevmemek."

Sanki bir rüyanın içine düşmüş gibi hissettiriyor kitap. 95 sayfada okuyucuyu değişik bir yere taşıyan kısa bir kitap. İstanbul - Ankara treninde okumuştum. Psikolojik yönü daha baskın olan güzel bir metin. Merak öğesinin güzel kullanıp okuyucuya sürekli şimdi ne olacak, diye sorduruyor. Kısacası sürükleyici ve etkileyici bir kitap ama sonu daha iyi bitebilirdi. Başka Javier Cercas kitapları da okumak isterim açıkçası.


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

7.01.2024

ZAMAN MAKİNESİ ~ H. G. WELLS

"Mevcut andan devamlı kaçmaktayız."

2024'ün ilk kitabı Herbert George Wells'ten oldu. Kendisine son Delfi kahini diyerek dalga geçen Wells, sert bilimkurgu metinleri yazıyor. Delfi de Antik Yunan'da dünyanın ve evrenin merkezi olarak görülen bir kasaba ve burada bir kahin tapınağı bulunmakta. Delfi kahinleri hem geleceğin habercileri hem de zamanlarının en önemli danışmanlarıydı. 

"İnsan hayatı," der Wells, "evrenin akışı içindeki bir girdap gibi, yanıltıcı bir şekilde sakindir; bilimse insanın karanlığa yaktığı bir kibrittir ve kibritin ateşi, karanlığın sandığımızdan daha da karanlık olduğunu gösterir."

Wells, Zaman Makinesi'ni en az altı kere baştan yazmış. Darwinci görüşten hareketle ortaya çıkmış bir hikaye. Kitabın önsözünü yazan Patrick Parrinder "Ütopyaya yönelik bir saldırıdır Zaman Makinesi," diyor. 1895 yılında yazılan hikayenin başkarakteri olan Zaman yolcusunun 19. yüzyıl bilim insanlarının, mucitlerinin ve kâşiflerinin de bir temsilcisi olduğunu ekler. 

 "... uzun süre hareketsiz kalamayacak kadar Batılıyım ben. Bir problemin üzerinde yıllarca çalışabilirim, ancak yirmi dört saat boyunca hiçbir şey yapmadan beklemek... o ayrı mesele..."

Hikayemizin karakterleri şöyle isimlendirilmiş: Doktor, Psikolog, Suskun Adam, Editör vs. Her perşembe Zaman Yolcusu'nun evinde toplanıyorlar. Zaman yolcusu misafirlerine bir zaman makinesi icat ettiğinden bahsediyor ve onlara bir prototip gösteriyor. Karakterler ona pek inanmıyor görünüyor açıkçası.

"Zaman makinelerinin ilki bugün saat onda kariyerine başladı. Onu son bir kez kurcaladım, tüm vidalarını tekrar sıktım, kuvars kristali rodaya bir parmak daha yağ koydum ve koltuğa yerleştim. O anda az sonra yaşayacaklarım için hissettiğim merakın az çok aynını, kafatasına silahı dayamış, intihara niyetli biri hissedebilir ancak."

Zaman Yolcusu kendi başına makineyi kullanmaya karar veriyor. Ertesi hafta perşembe günü ekip yine toplanır ama Zaman Yolcusu ortalıkta yoktur; geldiğinde de üstü başı mahvolmuştur. Normal bir yerden değil Zaman Makinesi ile olan seyahatinden dönmüştür çünkü. Kitabın geri kalanında bu seyahati sırasında başına gelenler anlatılır. 

"Ya zulüm ortak bir tutku olmuşsa? Ya bu arada ırk gelişip insanlığını kaybetmiş ve insanlık dışı, merhametsiz ve karşı konulamaz derecede güçlü bir yaratık haline gelmişse? Ben eski dünyanın bir vahşi hayvanı gibi algılanabilirdim, hem de halk tarafından en korkuncu, en iğrenci diye bilineni; vakit kaybetmeden katledilecek mundar bir mahluk olarak."

802.701 yılına gitmiş olan Zaman Yolcusu ilerlemiş bir toplumla karşılaşmaz. Bu dönemde yaşlı ve sakat yoktur; teknoloji, üretim ve ticaretin de görünürde olmadığı gibi. Adaptasyon nedeniyle fiziksel bir değişim de geçirmiş olan insan ırkı ikiye ayrılarak sınıfsal bir ayrım ortaya çıkmış (her dönemde insan bir şekilde ayrım yapmanın yolunu buluyor maalesef ki) ve bir şekilde bir sınıf ötekinden üstün hale gelmiş. Bence buralar aslında aynı zamanda Wells'in insanlık eleştirisi yaptığı kısımlar da bir yandan. İnsanın değişmeyen huylarının, vazgeçemeyeceği şeylerinin olduğunu anlatmaya çalışıyor, sınıfsal ayrım gibi. Alt sınıfın nefret ettiği üst sınıfın ihtiyaçlarını hala görüyor olması gibi.

"Güç, ihtiyacın ürünüdür; güvenlik güçsüzlüğü artırır. Yaşam koşullarını düzeltme işi -yaşamı gittikçe daha da güvenli yapan gerçek uygarlaştırma süreci- istikrarlı bir şekilde zirveye ulaşmıştı. Birleşmiş insanlığın doğa üzerinde kazandığı bir zafer, ötekini izlemişti. Şu an hayalden öte gitmeyen şeyler, ele alınarak üzerinde düşünülen ve ilerletilen projelerdi artık. Ve hasadı gördüklerimdi!"

Biz insanlığın hep ileriye gittiğini düşünüyoruz. Wells, bu kitabında okuyucuyu 'Peki ya işler ters giderse n'olur? Ya gerçekten ilerlemiyorsak? Ya ileride bütün teknolojiyi kaybedersek?' sorularını düşünmeye itiyor. Her gün ölümlü olduğunu görmezden gelir gibi yaşayan insan, bir gün sahip olduğu tüm imkanları kaybedip yontma taş devrine geri dönebileceği ihtimalini de düşünmeyi ihmal eder. Wells, bu ihtimali görmezden gelmeyen istisnalardan birisidir.

"Değişimin ve değişime gereksinimin olmadığı yerde akıl da yoktur. Yalnızca çok çeşitli ihtiyaçları ve tehlikeleri karşılamak zorunda olan hayvanlar zekâdan payını alırlar."

Açıkçası kitabı öyle çok eğlenerek okudum diyemem ama okudukça ilgimi daha çok çekti, diyebilirim. Bilim kurgu ve distopya severlerin türünün ilk örneklerinden biri olarak okuyabileceği bir kitap. Üstelik defalarca da filmi çekilmiş. 1950'de BBC tarafından televizyona uyarlanan kitap, 1960 yılında ilk kez sinemaya uyarlanmış. 2002 yılında ise H. G. Wells'in torunu Simon Wells, yönetmenliğini yaparak bir kez daha sinemaya uyarlamış. Geleceğe Dönüş film serisinin de Wells'in Zaman Makinesi kitabından esinlendiğini söyleyen kaynaklar var.

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »