21.03.2019

GEÇMİŞE YOLCULUK ~ STEFAN ZWEİG

 " Ah, dün ve bugün arasına giren o karanlık, sonsuz yıllar, iki kıyı, iki yürek arasındaki kurşuni deniz! " 


  Kitap Fiyatı: ₺  4,40 [ 01/09/2018 ]  - Kitapyurdu  

İlk kez 9 yıl önce karşılaşmıştı kadın ve adam. Daha ilk gördükleri anda birbirlerine tutulmuşlardı. Ancak bu yasak bir aşktı.
 Adam, zoraki geldiği bu zengin evinde kendini eşyalar tarafından bile ezilmiş hissedeceğine eminken aynı zamanda özel sekreteri olduğu profesörün karısı olan ev sahibesi, minnettarlığı ve samimiyetiyle bunu engelliyor.

" Sahip olduğu tek ceketi, geniş ve heybetli gardırobun içinde darağacındaki idamlık gibi gülünç bir halde sallanıp duruyordu şimdi. "

 Ludwig fakir bir delikanlı olarak bu zangin evlerinde çok çalışmış ancak bütün bu evlerde kendini rahatsız hissetmiş. İşine dört elle sarılmış ve her zaman güvenilir bir çalışan olmuş. Bu nedenle de profesör rahatsızlandığında özel sekreteri olması için Ludwig'i seçer. Ludwig bu teklifi zenginlikten nefret ettiği için reddetse bile sonunda o zengin evine girmek zorunda kalıyor. Nefret etiiği her şeyin tam ortasına dalmak gibi bir şeydi bu, onun için. Ta ki o kadınla karşılaşana dek.
 Kadın ilk gördüğü anda Ludwig'i kendine hayran bırakıyor. Ancak bu yasak adamın elini kolunu bağlıyor.

" Ama aşk, bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı. "

 Ludwig, hayranlığının aslında aşk olduğunu ancak ve ancak kadından ayrılmak zorunda kaldığında anlıyor. Bu zorunluluk kısa bir süreliğine ikilinin duygularını yaşamasını sağlasa da, daha sonra ayrı kaldıkları yıllara kafa tutmalarına yetecek mi?
 52 sayfalık bir anlatıyla insana aşkı sorgulatıyor Zweig. Onun liderliğinde küçük bir yolculuğa çıkıyor okuyucu. Çok etkileyici ve özel bir metin. Bu kısa anlatının el yazması Stefan Zweig'in ölümünden çok sonra, 1970'lerde bulunuyor. Aşka dair okuduğum en güzel metinlerden birisiydi. Aşkın, aşığın halini ve küllenmesini anlatıyor Zweig. Peki ya aşk küllerinden yeniden doğabilir mi? Bu sorunun cevabı her bir okuyucuda gizli.

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

18.03.2019

HER YERDEN ÇOK UZAKTA ~ URSULA K. LE GUİN

  Kitap Fiyatı: ₺  9,84 [ 01/09/2018 ]  - Kitapyurdu  

 Ursula K. Le Guin'in 1976'da yazdığı ve orijinal adı Very Far Away from Anywhere Else olan romanı 1995 yılında dilimize çevirilmiş. Bu sefer sıradan, dünyalı bir ergeni anlatmaya karar vermiş.
 Owen Thomas Griffiths. 17 yaşında, 1,67 boyunda bir ergen. Zeki ve diğer insanlarla bütünleşmeyi pek beceremeyen bir yapısı var. Yani sürü psikolojisine pek dahil olabilen birisi değil. Maalesef 17 yaşındaysanız ve diğerlerine uyum sağlayamıyorsanız hayat çok zordur. Guin, bu kitabında bir ergenin iç çatışmasıyla gruba aidiyet kavramını tartışıyor diyebilirim.

" Siz beni göremezsiniz. Tek gördüğünüz, bizdir. Biz, biz isek güvendeyizdir. Ve eğer Biz, Sen'i tek başına görürsek, şansın da varsa görmezlikten geliriz. Ama şansın yoksa seni taşa tutabiliriz. "

 Owen, içten içe farklılaşma ihtiyacıyla dolup taşsa da bunu diğerlerine belli etmemek için elinden geleni yapıyor. Ergenlikte iki önemli ihtiyaç vardır: Bir yere ait olmak ve farklılaşmak. Birbirine paradoksal kavramlar olarak görülse de aslında her ikisi de eşit derecede önemli şeylerdir. Hem bir yere ait olabilmek hem de farklılaşmayı başarabilmek gerekir. Bunu şöyle örnekleyebilirim sanırım: Ailenizin dört kuşağı da beyin cerrahı ama siz arkeolog oluyorsunuz; bu durumda siz hala o ailenin bir üyesisinizdir ama farklılaşmışsınızdır gibi. Owen da hem farklılaşmak hemde bir yere ait olmak istiyor.
 Cinsiyet rollerini sorguluyor ve çağın dayatmalarına isyan ediyor, genç Owen. İnsanlar, ergenlerin çok kıymetli düşünceleri olduğuna inanmaz. Oysa ergenler yaşadıkları toplumların, çağın kanayan yaralarını, kusurlarını görür ve bunlara isyan eder. Ergenlik, insanların en duyarlı olduğu dönemdir. Çünkü ne kaybedecek bir şeyleri olduğunu düşünürler ne de korkuları vardır. Owen da okurlara toplumun ve çağın kusurlarını gösteriyor.

" Okulu bitirmem, Eyalet Üniversitesi'ne girip bir iş bulmam, elli yıl daha yaşamam için hiçbir neden göremiyordum ama program buydu. " 

 Diğer insanların onu belirlemesine izin vermek istemiyor, Owen. Bunun için pasif agresif bir tavır alıyor da diyebilirim. Oysa annesi ve babası bunları görmezden geliyor ve tek çocukları olan Owen'ı istedikleri gibi şekillendirmek için uğraşıyorlar. Owen'ın üniversite için nereye gitmek istediğinin bir önemi yok annesi için. O, oğlunun kendisininde gittiği ve güvenli gördüğü Eyalet üniversitesine gitmesini istiyor. Ya da babası için oğlunun bir araba isteyip istemediğinin önemi yok. O, oğluna bir araba alıp, sıradan bir Amerikalı ergen gibi davranmasını istiyor.
 Kitapta benim içimde bir yerlere en çok dokunan Owen'ın şu cümlesiydi:

" Daha yıllarca yaşamam gerekiyor, bunu nasıl becereceğimi bilmiyorum. "

 Sonra bir gün, bir kız çıkıyor karşısına ve Owen, gerçek bir arkadaş ediniyor. Yalnız olmadığını fark ediyor.
 Ursula K. Le Guin adına güvenerek aldığım bir kitaptı ve kesinlikle aldığıma çok memnun oldum. Bazen insanların kendilerini anlaması için okuması gereken kitaplar vardır. Bu , kesinlikle onlardan birisi.

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 
Devamını Oku »

16.03.2019

DAMIZLIK KIZIN ÖYKÜSÜ ~ MARGARET ATWOOD

  Kitap Fiyatı: ₺  21,94 [ 01/09/2018 ]  - Kitapyurdu    

 The Handmaid's Tale, dizisi ile hem okuyucuların hemde dizi seyircilerinin dünyasında büyük bir ün sahibi oldu. Ancak ben her zaman olduğu gibi kitap, diziyi döver diyerek hem diziyi izledim hem kitabı okudum. Doğrusu dizi daha iyi olamaz gibi geldi bana, ama kitap, tabiki de diziyi döver. 😁
 Margaret Atwood, ütopya ve distopyayı birleştirerek  'üstopya' adını verdiği romanlar yazıyor. Açıkçası ben bu kitabın ütopik bir tarafını göremedim. Benim için tamamen distopik bir kitaptı. ☁
 Gilead Cumhuriyeti oldukça katı bir şekilde yönetildiği için insanlar fısıldayarak konuşmaya, içlerinden geçenleri anlatmaya korkuyorlar. Kitabımız da zaten Fredinki'nin (dizide Offred) monologlarından oluşuyor aslında. Karakterimizin asıl adı June, ancak Komutanı Fred'in damızlık kızı olduktan sonra Fredinki oluyor. Hiçbir Damızlık Kız birbirinin gerçek adını bilmiyor. Çünü gerçek adlarını birilerine söylemek rejime isyanla eş anlamlı ve bunun sonu da duvarda asılmak. Ve June, her şeye rağmen yaşamak istiyor.

" Birden fazla özgürlük çeşidi vardır, derdi Lydia Teyze.* Bir şeyler yapma ve bir şeylerden sakınma özgürlüğü. Anarşi günlerinde, bir şeyler yapma özgürlüğü vardı. Şimdiyse size sakınma özgürlüğü veriliyor. Azımsamayın bunu sakın. "

 (*Lydia Teyze, Kırmızı Merkez'de Damızlık Kızları eğiten kadın.)
Anarşi günleri ile kastedilen zaman diliminin günümüz olduğunu söyleyebiliriz. Kadınların erkeklerle eşit olduğu günler kastediliyor yani. Sakınma özgürlüğü nedir peki? Hiçbir erkek yolda yürürken size laf atamaz mesela. Çünkü sonunda kesinlikle kötü bir şeyler olur. Bu güzel evet, kadınlar yolda rahatsız edilmeden yürüyebilirler. Ama o yolda nasıl yürüyorlar? Bir kere yolda yürümek için kesinlikle belirli saatleri var, başları eğik olmak zorunda. Ayrıca Damızlık Kızlar ikili gruplar halinde yürümek zorunda ki birbirlerini gözetleyebilsinler. Muhteşem bir gözetleme sistemi kurmuşlar. Herkes, herkesi ispiyonlayabilir; kimse güvenilir değil.
 Özgürlük ve insanların asimile edilmesi kitapta çok net aktarılmış. Bir gün alışveriş yolundayken bir grup turist görüyorlar. Etek boyu hemen diz altında, topuklu ayakkabı giymiş, siyah saçlı, kırmızı rujlu Japon turistler June'u ve alışveriş arkadaşını hem büyülüyor hemde tiksindiriyor. Sonra da şöyle düşünüyor: " Büyülendik, ama tiksindik de. Çıplak gibiler. Çok kısa sürmüş fikrimizi değiştirmemiz, bu tür şeyler hakkında. Sonra düşünüyorum: Eskiden bende böyle giyinirdim. Özgürlüktü bu. "

 " Şimdi bütün çocuklar isteniyor, ama herkes tarafından değil. " 

Gelelim Damızlık Kızlar'ın varlık amacına: Bir şeyler yapma özgürlüğü varken nüfus tehlikeye girmiş. Gerek doğum kontrol yöntemleri gerek kürtaj ve gerekse besinlerdeki maddelerden dolayı doğum ve sağlıklı doğum azalmış. Gilead Cumhuriyeti doğum oranını arttırmak bahanesini temel alarak kadınların bütün haklarını ellerinden alıyor ve onları erkeklerin insafına bırakıyor.
 Tabi Damızlık Kızlar'ı hem erkeklerin hemde Eşler'in insafına bırakıyor. Evli ve yüksek konum sahibi ancak çocuk sahibi olamamış çiftlere Damızlık Kızlar atanıyor. Onlardan çocuk doğurup, aileye bırakıp başka bir ailede aynı şeyi yapmaları bekleniyor. Ve çocuğu olan kişiler diğer herkes tarafından hasetle karşılanıyor. Çünkü sonunda çocuk sahibi olan adam daha da yüksek bir mevkiye kavuşuyor, hayat standartları yükseliyor.

" Ne mezar taşlarına ne de kiliseye iliştiler. Onları rahatsız eden şey, daha yakın tarih. "

Gilead Cumhuriyeti geleneksel değerlere dönüyor. Cumhuriyet dediğime bakmayın, lafta cumhuriyet. Erkek egemenliğini geri getirip kadınları ikinci ve Damızlık Kızları da üçüncü sınıf vatandaş yapıyorlar resmen. Yazmayı bırakın okumayı bile yasaklıyorlar kadınlara. Kadını kendi vücudundan tiksindiren bir anlayış yaymayı amaçlıyorlar. İnsanları beynini adım adım yıkıyorlar. Kutsal kitapları İncil'de yazmayan şeyleri yazıyormuş gibi yayıyorlar. Ki bunlar her zaman kadınların kötülüğüne oluyor.
 Yazar vaiz verenleri önceki zamandaki işadamlarına benzetiyor. Bunu okuduğumda ilk aklıma gelen şey savaş çıktığında insanlara cennetten toprak satan din adamlarıydı. O zamanlara dönülmek, insanlar, özellikle kadınlar kontrol altına almak isteniyor.

" Umut yok. Nerede olduğumu biliyorum, kim olduğumu ve günlerden ne olduğunu. Böylece sınıyorum kendimi, aklım başımda. Akıl sahip olunacak değerli bir şey; bir zamanlar insanların para biriktirdiği gibi biriktiriyorum onu. Saklıyorum, zamanı geldiğinde, elimde yeteri kadar olacak. "

 Umut yok dese bile zamanı geldiğinde diyerek içinde bir umut besliyor June. Zaten başka nasıl aklını kaçırmadan yaşayabilir ki?
 Öncelikle bazıları için büyük bir spoiler kabul edilebilecek bir şey söyleyeceğim; bu bir kurtuluş kitabı değil. Durum kitabı. İçinde kurtulmak için örgütlenme, hararetli tartışmalar yok. Elbette rejim içinde olan ufak tefek hareketlilikler aktarılıyor ancak bu kitap özellikle bunları anlatmak için yazılmamış.
 Bunun dışında ben dizide June karakterini hiç sevmemiştim, hatta uyuz olmuştum. 😁 Çok hareketsiz ve şapşal gelmişti bana. Ama okuyunca anladım içindeki hareketliliği, bedenini uysallaştırıp içinden nasıl isyan ettiğini.
 Kitabın özellikle kadınlar tarafından okunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü günümüzde de kadın ve erkek bir mücadele içinde, bu kadar keskin değil tabiki. Ancak kadınları kendilerine getirecek ve bence haklarını daha da tutkulu savunmalarını sağlayacak muhteşem bir kitap Damızlık Kızın Öyküsü.

" Nolite te basterdes carborundorum. "*

*O piçlerin seni unufak etmelerine izin verme.





 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

8.03.2019

EVCİLİK OYUNU ~ ELİZABETH BOYLE

  Kitap Fiyatı: ₺ 10 [ 01/02/2018 ]  - Nadir Kitap  

 Orijinal adı "Something About Emmaline" olan kitap, sahtekar bir kızla, zeki ve sıkıcı bir baronun birbirini yola getirme hikayesini anlatıyor diyebilirim. Evcilik Oyunu, Elizabeth Boyle'un The Bachelor Chronicles serisinin de ilk kitabı. Aslında 8 kitaptan oluşan serinin sadece 5 kitabı dilimize çevirilmiştir. Seriyi şöyle bırakıyorum:

1)Evcilik Oyunu
2)Serserim Benim (Yorum için tıklayınız.)
3)Mektubumu Aldın mı? (Yorum için tıklayınız.)
4)Siyah Elbisenin İtirafları (Yorum için tıklayınız.)
5)Kırmızı Elbisenin Hatıraları
 Emmaline, Baron Sedgwick'in 5 yıllık mükemmel karısıdır. Ancak kendisi hasta olduğu için seyahat edemiyor. Baron Sedgwick, taşrada babaannesiyle otururken gazetelerde karısının alışveriş haberlerini aldığında hızla Londra'ya doğru yol alır. Bu imkansızdır! Çünkü Emmaline, aslında Baron Sedgwick'in 5 yıl önce, hovarda arkadaşı Jack ile uydurduğu hayali bir kadındır!
 Böylece en başından kitap kendini diğer tarihi aşk romanları arasından sıyırıyor ve size eğlenceli bir dünyanın kapılarını aralıyor.
 Peki Baron Sedgwick, yani Alex, bu hayali kadını 5 yıl boyunca saklamayı nasıl beceriyor? Daha önce belirttiğim gibi, Emmaline hasta olduğu için seyahat edemeyen bir karakter. Bu yüzden de Londra'dakiler onun taşrada olduğunu düşünürken, taşradakiler de Londra'da olduğunu düşünüyor.
 Alex hızla Londra'ya gidip gecenin bir vakti yatak odasına girdiğinde neredeyse sevgili karısı Emmaline tarafından vuruluyordu. Çok sevdiği karısını omzuna atıp kapı dışarı etmek üzere kapıya ulaştığında kuzeni Hubert ve karısı Leydi Lilith ile karşılaşmalarıyla kader ağlarını ördü.🕸😁
 Hubert, Alex'in açığını bulup onu mahvetmek için yer arayan ve baronluğun kendi hakkı olduğuna inanan biri olduğundan Alex, karısıyla tıpış tıpış yatak odasına geri dönmek zorunda kalır. Ve maceraları da böylece başlar.
 Yine güzel bir kadın ve yakışıklı bir adam var karşımızda. Ancak bu sefer adamımız muhteşem karizmatik, kaslı ve güçlü bir adam değil. Aksine Sedgwick oldukça planlı ve sıkıcı bir adam olarak tasvir edilmiş. Ancak Emmaline'ın hayatına girmesiyle sıkıcılığından kurtuluyor ve usta oyunculuk yeteneklerini konuşturmaya başlıyor. 🎭
" Çünkü aklı başında olmak, ona asla Emmaline'ın serseri kalbini kazandırmazdı. "
 Kitapta geçen bu cümlü aslında ilişkilerin de küçük bir özeti. Her ilişki insanı değiştirir. İlişkiler insanların konuşarak ya da konuşmayarak birbirlerini belirlemeleriyle yaşanır. Ve bu ilişkide Emmaline, Alex'i oldukça belirgin bir biçimde belirliyor. Alex de bu belirlenmişlikten memnun olduğu için ilişkileri sürüyor.
 Akıcı ve eğlenceli bir kitaptı. Yer yer yüksek sesle güldüğüm oldu. Tarihi aşk romanı severlere tavsiye edilir. 😉

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 
Devamını Oku »

11.02.2019

SUÇLUYORUM ~ ÉMİLE ZOLA

   Kitap Fiyatı: ₺ 4,94 [ 04/03/2016 ]  - D&R   

 Suçluyorum, döneminde Fransa'nın toplumsal sorunlarını ele alan ünlü yazar Émile Zola'nın, Dreyfus Davası'ndaki duruşunu anlatıyor.
 Dreyfus Davası nedir, diyenler olabilir. Tahsin Yücel, çevirisini yaptığı mektuptan önce bir sunuş ve öncesi bölümüyle Dreyfus Davası'nın okuyuculara açıklıyor. Yahudi kökenli bir subayın casuslukla suçlanmasıyla başlar Dreyfus Davası. Suçsuz olmasına rağmen delil karartmalarıyla sürgüne gönderilir Dreyfus. Ancak onu suçlayan albayın yerine dürüst bir subay olan Georges Picquart geldiğinde yapılan sahtekarlık fark edilir. Ancak Picquart'ın komutanları " Bir Yahudi, Şeytan
Adası'nda kalmış, kalmamış, bundan sana ne, " der. Bu cümle dönemin faşist ruhunu yansıtıyor. 1890'lı yılların sonu ve Birinci Dünya Savaşı'na çok az kalmış bir dönem. Birinci Dünya Savaşı'nın temel nedenlerinden birinin milliyetçilik olduğunu biliyoruz. Ve 21 yıl sonra başlayan İkinci Dünya Savaşı'nda da Yahudilerin katledildiğini biliyoruz. Yani o dönemde insanlarda kendilerinden farklı olanlara karşı bir öfke vardı ve bu komutanlar da o öfkeyle Dreyfus'ü Şeytan Adası'nda tutmakta sakınca görmedi.
 Ancak toplumun bir kısmı bu duruma müdahale ettiğinde gerçek şüpheli Esterhazy 10 Ocak 1898'de yargılandı. Esterhazy 3 dakika içinde oy birliğiyle aklandıktan 3 gün sonra, 13 Ocak 1898'de, Émile Zola, ' Suçluyorum...! ' başlıklı cumhurbaşkanına yazdığı mektubu bir gazetede yayımladı.
 Émile Zola mektubuna cumhurbaşkanını överek başlasa da bir yerde ama, diyerek asıl konuya giriş yapıyor.

" Ortalığa kötülük saçan gerçek suçlu yığınını size, ülkenin en yüksek yöneticisine değil de kime bildirecektim? " 

 Mektubunda mahkemenin dayanaklarını tartışıyor. Bulunan mektubun uzmanların bile üzerinde anlaşmaya varamadığı bir delil olduğunu söylüyor. İsim isim sayıyor suçluları ve nedenlerini de açık açık yazmaktan çekinmiyor. Çünkü adaletin toplum için öneminin farkında: " Bir toplum bu noktaya geldiği zaman, artık çürümeye başlamış demektir. " 

 " Ordunun onurundan söz ediliyor bize, onu sevmemiz, ona saygı göstermemiz isteniyor. Evet hiç kuşkusuz, ilk tehditte ayağa kalkacak, Fransız toprağını savunacak olan ordu tüm halktır, ona ancak sevgi ve saygı duyarız. Ama söz konusu o değil, biz de, adalet gereksinimimiz içinde onun saygın kalmasını istiyoruz. " 

 Mektubunun sonunda isim isim kimi neyle suçladığını özet olarak yazıyor ve kendisini bu mektup yüzünden yargılayacaklarını bildiğini ve beklediğini belirtiyor. Gerçektan de yargılanıyor Émile Zola.
 Tahsin Yücel, bu mektubun bir aydın başkaldırısının somut ve görkemli örneği olduğunu belirtiyor. Gerçekten de öyle. Bu mektup bize, Émile Zola'nın bir aydının olması gerektiği kadar cesur, bilgili ve erdemli olduğunu gösteriyor.
 Mektuptan sonra neler olduğunu merak edenler içinde sonrası bölümü yazılmış. Mektuptan sonra toplumda yayımlanan gazetenin yakılmasına kadar giden negatif tepkiler görülmüş. Buradaki mücadele bir noktadan sonra ordunun onurunu savunanlar ve adaletten yana olanların mücadelesine dönüşmüş. Dreyfus'ün suçsuzluğu kanıtlandığında bile Dreyfus' kaşıtları ve Dreyfus yanlıları arasındaki keskin ayrım devam etmiş.  Dreyfus karşıtları gerçek suçluları her şeye rağmen korumak istemiş ve aslında amacına da ulaşmış. Çünkü mahkemede gerçek suçlular cezalandırılmamış.
 Yani Dreyfus kurtulsa bile adalet çok büyük bir darbe yemiş.

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤  

Devamını Oku »