"Arkadaşlarımın babaları oğullarına sürekli "Erkekler ağlamaz" diyorlar; bunu dediklerine göre ağlamak doğru değil. Peki ama ağlamak iyi bir şey değilse neden kızlara yasak değil? Acaba kızların kötü şey yapmaları doğru da erkeklerinki mi değil? Ya da kızlar için ayrı erkekler için ayrı kötü şeyler mi var? Ama bu olamaz, kötü kötüdür, bazıları için iyi olan, bazıları için kötü olabilir mi?"
Kitap Fiyatı: Kütüphaneden aldım.
Kadının Adı Yok çok kıymetli bir eser. Toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan ve okuyucuya da sorgulatan bir eser. 1987'de çıkan 1988'de müstehcen içerik nedeniyle yasaklanıyor ancak sonra yasak kalkıyor ve Atıf Yılmaz filmini çekiyor. Cinselliği bilmeyen ve babasının karşı cinse olan öfkesinin nedenini merak ederek kadın ve erkeklerin farklılığını anlamaya çalışan ve bilinçsizce cinselliğin etrafında dolanan küçük bir kız çocuğu ile başlıyor hikayemiz. Hikaye ilerledikçe küçük kız da büyüyor.
" "Ah, bir oğlum olsaydı, ona neler neler yapardım, Londra'ya da yollardım, Paris'e de... İşimi de ona bırakırdım..."
Yüreğim burkuldu, sarsıldı, sanki koptu.
"Baba işini bize bırak, şimdiden öğret, iki kardeş, ben okulu bitirince çok güzel yürütürüz."
Bir kahkaha attı. Onu hiç bu kadar neşeli görmemiştim."
70'li yıllarda cinsiyet rollerini çözmeye çalışan küçük kız, annesinin gidecek yeri olmadığı için babasının onu aldattığını bile söyleyemeyen bir ergen oluyor ileride. Annesi toplumun ona kadın olmasından ötürü yüklediği rollerle güçsüz kalıyor kızının gözünde. Kızı da onun hayatını mahvetmemek için sessizliği tercih ediyor. Babası ise her ne kadar çocuk muamelesi görse de güçlü. Annesi babasına sabah yatağına süt bile getiriyor. Bu durum kızımız büyüyüp evlenince kocasını iş dönüşü servisten almaya gitmesine dönüşüyor. Toplumun ona dayattığı rollerden nefret edip yine de onları oynuyor çünkü oynamazsa yalnız kalacağını düşünüyor.
"Bu bok dünyaya ne olacağı belli olmayan bir yaratık peydahlayıp, durmadan onu suçlamak mı annelik?"
Ülkemizdeki doğum kontrol yöntemlerine dair cahilliğimize, cinsel eğitim eksikliğine de değiniliyor kitapta ki bence çok önemli bir nokta. Bu konuların tabu konular olmaktan çıkıp sağlık başlığı altında görülüp eğitime dahil edilmesi gerekiyor.
"Beni koruma altına almaya çalışıyor, kadın olduğum için, kadın olarak doğduğum için, sanki bir zavallıyım ben ve bana birçok şey bağışlanıyor..."
Gelelim karakter ile ilgili beni çok çok çok rahatsız eden yönüne. Başkahraman bir kadın olarak özgürleşirken evli bir adamla ilişki yaşıyor. Bu özgürlük değil arkadaşlar, alçaklık. Sen bir kadın olarak başka kadınlar yüzünden o kadar acı çekmekten bahsedip gidip başka bir kadının canını yakamazsın. Bu yüzden başkarakter ikiyüzlü. O nefret ettiği babasının metresi Gülriz'e dönüştüğünün farkına bile varamayan bir zavallı kadına dönüşüyor. Evet, belki yazar kimsenin kusursuz olmadığını anlatmaya çalışıyor ama bu kadın bir şeyin temsilcisi olarak sunulmuş bir karakter; özgürlük, eşitlik, adalet kavramlarının etrafında oluşturulmuş bir karakterden bahsediyorum. Sonra kalkıp soruyor: Kadın, kadına neden düşman? E otur bi düşün bakalım neden düşman!
"İnsanlar yeryüzünde bu durumdayken, biz nasıl mutlu olabiliriz? Sömürme, ezme, vahşet, tecavüz, vurma, vurulma, hapis, işkence, idam, savaş, açlık, istila, baskı, zorbalık. Ben nasıl mutlu olabilirim evimde, yumuşacık koltuğumda?"
Kadın da erkek de insandır. Birbirimizi kadın-erkek olarak görmek yerine ÖNCE insan olarak görmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu kitabın edebi yönünden ziyade ne dediğine bakmamız gerekiyor. Duygu Asena bu kitabı 1987 yılında yayınlamış ve biz kadınlar 2023'de hala bu kitaptaki dertleri paylaşıyoruz. Hala cinsiyetçilik, kadına (fiziksel ve psikolojik) şiddet, özgürlük, eşitlik problemleri yaşıyoruz. Aradan 35 yıl geçmesine rağmen neden hala bir arpa boyu yol ilerleyemedik? Neden ben 2023'de genç yetişkin bir kadın olarak bu kitabı okurken baş kahramanı bu kadar iyi anlıyorum?
Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder