2.06.2025

ÖLÜNÜN SIRRI ~ LAFCADIO HEARN

 "Batan güneşin solgun ışıklarının rengini giysimin yeniyle kapatırsam, o zaman efendim sabah olunca da kalır belki burada."

 Bir Samuray'ın kızı ile evlenip Japon kültürü ile yaşamış İrlanda asıllı yazar Lafcadio Hearn'den sekiz öyküden oluşan Can Yayınları Lacivert Klasikler kitaplarından birisi Ölünün Sırrı. İlk öykümüz kitaba adını da veren Ölünün Sırrı. Öldükten sonra ruhu bir gölge gibi geri gelen bir kadının öyküsünü okuyoruz önce. Ardından iki oduncunun hikayesini anlatıyor Lafcadio Hearn bizlere. Aoyag'inin Öyküsü'nde "kaba" bir kız ile bir Samuray'ın aşkı yazıyor, yine mistik öğelerle. Bir sonraki öyküde bir ağacı hayata döndürmek için hara-kiri yaparak kendi hayatından vazgeçen yaşlı bir adamı anlatıyor. Başka bir hikayede karakterimizin gördüğü bir düşü okuyoruz. Reenkarnasyon temasını da atlamıyor yazarımız. Ve son olarak da bir ütopyadan bahsediyor: Harai. 

"Harai'de kötülük bilinmediği için insanların yürekleri asla yaşlanmaz."

Japon kültürünün izleri ile örülmüş hikayeler kısa kısa ve okuması çok keyifli. Doğaya saygının kaybolmadığı bir kültürü aktarıyor. Yazarın bu kitabı yazdığı zamanlarda Batı kültüründe Japon kültürünün pek bir yeri de yokmuş. Zaten Uzak Doğu kültürü yeni yeni görmesi gereken değeri görüyor bence. Kitabı okurken bir Batılının gözünden Japon kültürünü okuduğunuzu aklınızdan çıkarmayın derim. Çok çok severek okumadım ancak benim için güzel bir okuma tecrübesi oldu. 


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

6.03.2025

OLALLA ~ ROBERT LOUIS STEVENSON

 "Zaman'ın soluğuyla küflenmiş, tozla örtülerek düş kırıklığına boğulmuş, zengin bir evdi."

 Sanıyorum hava değişimi önemli bir konuymuş zamanında. Çünkü son zamanlarda okuduğum modern klasiklerde hep hava değişimi için yer değiştirme var; mesela yazısını da yeni yayınladığım Anton Çehov'un Kara Keşiş'i (yorum için tıklayınız) gibi. Olalla'da yaralı bir subayın hava değişimi için doktoru tarafından eskiden varlıklı olan ancak şimdilerde ellerinde oturdukları bir dağ başında konaktan başka bir şeyleri kalmayan bir ailenin yanına yerleştirilmesiyle başlıyor.

"Karşımda hapsedilmiş bir ruh duruyordu; o zindanı yerle bir etmemeli miydim?"

 Ev sahibi olan anne bir soylu; baba yok, ölmüş. Subayımız ev sahibi ile hiç doğru düzgün tanışmıyor; subay bahçede yürürken uzaktan selamlaşıyorlar, doğa hakkında kısa bir sohbet ediyorlar. Subay ile ilgilenen doktorun safın teki dediği Felipe oluyor. Şaraptan nefret eden, zekası çok ilerlememiş ve öfke kontrol problemleri olan Felipe, evin oğlu. Aynı zamanda subay tarafından hayvanlara işkence ederken yakalandığı için kendisinin bir sosyopat olduğunu söylemek de yanlış olmaz. 

"Aşk bir öfke gibi yanıyordu içimde; sevecenlik yangına dönmüştü; ondan nefret ediyor, ona tapınıyor, ona acıyor, cezbeye tutulmuşçasına tapıyordum ona."

 Subay, ona verilen odadaki bir kadın portresinden çok etkileniyor ve bu portre Felipe'ye inanılmaz derecede benziyor. 10 gün sonra bir gece fırtına çıkıyor ve işte o zaman gece yarısı bir çığlık sesiyle uyandığında subay geceleri odasının kapısının dışarıdan kilitlendiğini fark ediyor. O anda odasından çıkamasa da subay bu çığlık sesini araştırmaya başlıyor. Felipe ve annenin, subayın hiç görmediği evin kızı Olalla'ya şiddet uyguladığını düşünüyor ve Olalla'yı görür görmez ona aşık oluyor. Ancak Olalla'ya onunla konuşmuyor bile.

"Elimden giden kalbim değildi, mutluluğum değildi, hayatın ta kendisiydi. Onu kaybedemezdim."

 Kitabın sonu ilginç bir şekilde dine bağlansa da aslında gotik temalı bir vampir kitabı. Betimleme ve tasvirler çok güzeldi. Olalla da tıpkı Dr. Jekyll ile Bay Hyde (yorum için tıklayınız) kitabı gibi Robert Louis Stevenson'ın gördüğü bir kabustan esinlenerek yazdığı bir kitap. Akıcı bir üslubu var, merak duygunuzu es geçmiyor. Edgar Allan Poe havasında bir metin olduğunu da söyleyebilirim. Bir oturuşta bitirebileceğiniz keyifli bir gotik eser. Belki de gotik temasını merak edenler için iyi bir başlangıç kitabı olabilir. 


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

9.02.2025

YAŞAMAK ~ YU HUA

"Ben, Xu ailesinin mirasyedisiyim. Babamın deyimiyle onun günahıyım."

Son zamanlarda okuduğum en iyi kitapla karşınızdayım! Çin'deyiz. Anlatıcımız ihtiyar Fugui ile tanıştıktan sonra asıl hikayeye başlıyoruz. Fugui; zengin bir ailenin şımarık oğlu, sadakatsiz bir eş ve 4 yaşındaki bir kız çocuğunun da babası. Kızı Fengxia, eşi Jiazhen. Sonradan bir de oğlu oluyor: Youqing. Ah, bir de kumarbaz -ki bu en önemli detay olabilir.

"Tüm insanlar aynıdır: Kendileri bir başkasının cebinden alırken yüzleri aydınlanır, gülümserler, ama kaybetme sırası onlara geldiğinde yastaymış gibi ağlarlar."

Kitabın en başında Fugui'den nefret edeceksiniz. O kadar kötü bir insan ki... Ailesinin 65 dönümlük arazisini kumarda kaybediyor. Ancak annesi bunun için bile kendi kocasını yani Fugui'nin babasını suçluyor. Çin kültüründe olduğumuzu düşünürsek erkek evlat favouritismi çok doğal. Ve her şerde bir hayır vardır atasözümüzü hatırlatacak şekilde Fugui de dört ayak üzerine düşüyor ve Çin'e komünizm geliyor.

"Güçlü ve sağlıklı bir aile, toprak çanağın kırılması gibi parça parça olmuştu."

Komünizmle birlikte toprak reformu başlayınca toprak sahipleri idam ediliyor. Fugui ve ailse de idamdan böylece kurtuluyor; komünist rejim babasının arazisini kiracılar arasında paylaştırıyor ki Fugui de kiracılar arasında. İlerleyen süreçte çocuklarının büyümesi ile Çin toplumunda kadın-erkek cinsiyet rollerini, cisiyetçiliği gayet draatik ve gerçekçi bir biçimde aktarıyor yazar okuyucuya. 

"Tedavi edilemez olması iyi bir şey, yoksa tedavi masrafları için parayı nereden bulabilirdik?"

Üstelik komünist yaşam da çok güzel bir şekilde yansıtılmış: İyi ve kötü yönleriyle. Bütün köy halkı için bir yemekhane kuruluyor mesela; böylece yorgun argın akşam eve gelip yemekle uğraşmak zorunda kalmıyor kimse ama aynı zamanda evlerdeki pirinç, tuz, odun, kuzular gibi şeylere de el konuluyor. Ardından gelen kıtlık, demir eritme (sanırım büyük bir kampanyann sonucuymuş bu), özel mülkiyetin kalkması vs gibi Çin'deki toplumsal gelişmeler ve değişimler Fugui'nin sıradan hayatı ile aktarılıyor.

"İnsan ne kadar şanslı olursa olsun, ölmek istiyorsa hiçbir şey onu yaşatamaz."

Ülkemizde 55 baskı yapan kitap, 1992'de ilk yayınlandığında kendi ülkesinde yasaklanmış. Okumadan önce Çin tarihini çok daha iyi bilseydim keşke dedim çünkü bilgim dahilinde oldukça örneklendirici bir kitap oldu. Hani bazı şeylerin olduğunu bilirsin ama onu yaşayanın gözleriyle görmezsin ya dünyayı; Yu Hua o gözlerle bakmanıza yardımcı oluyor. Üstelik o kadar sade bir üslupla yapıyor ki bunu kitapta sizi büyüleyen ne anlayamıyorsunuz. Ve o büyüleyici olan şey anlatım dilinin sadeliği ile bir araya gelen gerçekçilik. Aslında temelde çok acıklı ama sıradan bir aile hikayesi. Okuma keyfi ise çok çok yüksek bir metin.

 

Not: 1994'te bir film uyarlaması da yapılmış ve Cannes Film Festivali Büyük Ödülü'nü kazanmış. İzlenilecekler listeme alındı bile!


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤


Devamını Oku »