"Eğer meslektaşlarım olmasaydı ofis hayatı katlanılabilir olurdu."
Kaktüs kitabının başkahramanları öyle gencecik değil. Baştan belirteyim de hayal kırıklığına uğramayın. Birinci baharını yaşayamamış Susan Green 45 yaşında, kariyer odaklı bir hanımefendi. Her şeyi kontrol altında tutmak isteyen, rutinlerine oldukça önem veren, kendi kuralları ile yaşan biri. Onunla tanışır tanışmaz ailesiyle ne kadar garip bir ilişkisi olduğunu gösteriyor okuyucuya. Ağustos ayında bir gün sabaha karşı Susan'dan iki yaş küçük olan kardeşi Edward arayıp annelerinin öldüğünü haber veriyor. Peki başkahramanımız Susan ne yapıyor? Kendini yerlere atıyor, bağırıyor, çağırıyor, annem diye ağlıyor vs di mi? Yok. Öyle olmuyor. Susan kardeşiyle biraz konuşuyor sonra da benim işe gitmem lazım diyip telefonu kapatıyor ve gerçekten de işe gidiyor. Yani şoktan falan öyle söylemiyor. Her şeyin bilincinde işe
gidiyor kimseye de annesinin öldüğünü söylemiyor.
"Aileleri, umutla beklenen tahliye tarihi olmayan bir hapishaneye benzettiğini hatırlıyorum."
Annesini sevmediğini düşünebilirsiniz ama bence Susan
annesini sevmesine rağmen ona içten içe kırgın olduğu için böyle davranıyor ve
maalesef bunu kendine bile itiraf edemiyor. Mesela annesinin küllerini (malum
onlarda böyle bir gelenek var) sorumsuz ve dağınık kardeşi Edward’ın almasına
izin vermiyor. Küllerin kendisiyle daha güvende olacağını düşünüyor. Ancak küllerin
içinde durduğu ahşap kutuyu oturma odasının kapısının önüne kapı kapanmasın diye
koymakta da bir sakınca görmüyor. Peki neden kırgın Susan annesine? Maalesef anneleri
Edward ve Susan arasında ayrımcılık yapıp Susan’ı hep arka plana itmiş.
"Geçmişin tuzağına düşmüş bir haldeyken geleceği nasıl düşünebilirdim ki?"
Susan ve Edward’ın babası ise alkolikmiş. Bu da Susan’ın
arkadaş edinmesinin önüne geçmiş çünkü alkolik babası sokaklarda kendini rezil
ederke Susan da bu sayede okulda dalga konusu olmuş. Bu yüzden de hiç arkadaş
edinmek için çaba harcamamış ve her zaman mantığıyla hareket etmeye çalışmış.
Çünkü malum onu koruyup sevmesi gereken insanlar duygularının incinmesinin ilk
nedeni olmuş hep.
"Sanırım çocukluğumu Edward'ınkinden ayıran tek şey, benim hiç sevilmemiş ve kardeşiminse sevilmiş olduğu gerçeğiydi."
Susan çok garip bir
karakter aslında. Ama anlaşılmaz ya da gerçekdışı olduğunu düşünmüyorum. Birisi
ile buluşacağı zaman o kişiyle hangi konuları konuşacağını dahi planlıyor. Kitap
sürekli geçmiş ile günümüz arasında gidip geliyor ve biz geçmişe gittikçe Susan’ı
daha iyi anlıyoruz. Edward bazen iyi niyetle bazen de art niyetle Susan için
kıymetli olan ne varsa mahvederken anneleri de hep Edward’ın tarafını tutmuş.
Susan her ne kadar ısrarla annesinin Edward ile kendisini eşit sevdiğini
savunsa da gerçek herkes tarafından görülüyor. Özellikle öldükten sonra daha da
çok belli oluyor bu gerçek: Anneleri vasiyetinde evini ömür boyu aile evinde
yaşaması için Edward’a bırakıyor. Edward bu evi satarsa para eşit bir şekilde
bölünecek ama satmak istemediği sürece o evde yaşamak onun hakkı. Ve Susan,
Edward’ın annelerini kandırdığını ileri sürüp mirasının peşine düşüyor çünkü
tam da o dönemde Susan’ın paraya ihtiyacı var. Susan yeni bir hayatı karşılamaya
hazırlanıyor. 45 yaşında hamile ve yalnız bir kadın.
"Hayatımı biriyle paylaşmak için planlar yapmaktan uzak bir şekilde, tek istediğim eve gitmek, kapıyı kilitlemek, telefonumu kapatıp dünyadan kopmaktı."
Edward’ın tek başına eve konduğu yetmezmiş gibi yanına bir
de en iyi arkadaşını yerleştiriyor: Rob. Arkadaşı Edward’ın aksine daha makul
biri. Ed ile başa çıkabiliyor, yeri geldiğinde kardeşler için ara buluculuk da
yapıyor ama kitabın ortasına kadar çok da görmüyoruz açıkçası. Onun da tabi ki
kendi öyküsü var. Eşinden ayrılmış, üniversitedeki sevgilisinden bir çocuğu var
ancak üniversite döneminde onları terk edip gitmiş ve çocuğunun cinsiyetini
dahi çocuk 5 yaşındayken öğrenmiş bir insan evladı. Yani kendisine karşı pek
hoş duygularımız yok. Ve şimdi de kendisi için en doğru kişinin üniversitedeki
eski sevgilisi, yani çocuğunun annesi olduğunu düşünüp onun peşinden koşuyor.
Bu arada da bütün iyi niyetiyle Susan’a yardım etmeye çalışıyor ama Susan (ve
açıkçası ben de) ona şüpheyle yaklaşıyor.
"Ağlayan erkeklerle başa çıkmak için hiç donanımlı değildim. Ya da ağlayan herhangi biriyle."
Okuması kolay bir
kitap aslında. Romantizme şöyle bir hafif dokundurup aile dramını buram buram
hissettiren bir metin. Aşktan çok aile teması daha çok ön plana çıkmış. Açıkçası
birbirlerine nasıl ve ne arada aşık oldular anlamadım ama tatlılardı. Sonu
hızlı bağlanmış maalesef. Oysa ben daha fazla okumak isterdim. Bebekle nasıl
baş edemediklerini (evet edemediklerini), Edward ile olan ilişkilerini ve Kate
(aldatılıp iki çocuk ile terk edilen komşusu) ile ilgili daha fazla şey
öğrenmek isterdim. Rob bile biraz figüran gibi kalmış, yani ilişkileri o derece
yok. Bütün bunlara rağmen okunabilir bir kitap olduğunu düşünüyorum. Sadece aşk
kitabı diye düşünerek almayın.
Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤
Devamını Oku »