25.08.2023

YARALI ŞÖVALYE ~ L. J. SHEN

All Saints Lisesi Serisi:

1) Serseri Prens (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) Yaralı Şövalye
3) Angry God 

"İki Knight Cole vardı.
Biri benimdi.
Diğeri herkesin."

    All Saints Lisesi serisi Sinners of Saints serisinin ikinci kitabı Yaralı Şövalye ile karşınızdayım. Hikayemiz Knight ve Luna'nın çocukluğuyla başlıyor. Luna annesi tarafından 2 yaşına basmadan terk edilmiş, babası ve üvey annesi tarafından büyütülmüş seçici dilsizlik ile yaşayan başkarakterimiz. Fotoğrafik hafızaya ve 155 IQ seviyesine sahip. Aynı zamanda ileri derecede sosyal anksiyetesi var ve terapi görüyor. Yani Luna kimseyle konuşmuyor ve birileriyle iletişime geçmekte inanılmaz zorlanıyor.

 "Aslında yanımda olmadığı sürece nerede olduğu önemli değildi."

 Knight Cole ise Luna'nın tam tersi; oldukça popüler ve Luna'ya çocukluğundan beri aşık olan başkarakterimiz. Knight da annesi tarafından Cole ailesine evlatlık verilmiş. Yani her ikisi de öz anneleri tarafından bırakılmış çocuklar. Onu evlat edinen annesi Rosie ise çok hasta ve ölüme çok yakın. Knight'ın zayıf noktası da zaten annesi. Ailedeki herkes Rosie'ye odaklandığı için geri kalan herkes birbirini ihmal ediyor.

"Ölebilirdin," diye haykırdı yüzüme doğru. Yaralı yumruğunu kalbine vurarak, "Beni bırakıp gidebilirdin," dedi.

    Farklı şekillerde de olsa dünyadan nefret eden iki kişi Luna ve Knight. Knight, Luna denizatlarını çok seviyor diye annesine imzalattığı izin kağıdı ile bir denizatı dövmesi bile yaptırıyor Luna için. Luna kendini ona layık bulmuyor. Düşünsenize okulun en popüler çocuğu ile okulda hiç arkadaşı olmayan insanlarla konuşmayan bir kız nasıl kendini ona layık görebilir? Oysa bence biri illa birine layık olmayacaksa Knight, Luna'ya layık olamaz. 😈

"Beni öldürüyorsun, Luna Rextroth."
"Seni öldürüyor muyum, Knight? Peki, hiç durup senin beni uzun zaman önce öldürmüş olabileceğini düşündün mü?"

 18 yaşından itibaren Luna'ya Ayışığı demeye başlıyor ve bunu ilerleyen bölümlerde sevgilisine Günışığı diye seslenmeye başladığında (bence) mahvediyor. Knight benim için çok eksilerde bir karakter. Evet, bazı bahaneleri var ama Luna'nın canını yakıp kendisine çifte standart uygulaması kabul edilemez. Üstelik Luna hiçbir zaman yanlış bir şey yapmıyor. Oysa Knight yüzlerce hata yapıyor. Knight, Luna'ya ona güvenmemesi için yüzlerce sebep verip sonra da ona güvenmediği için kızıyor.

"Dünyanın bozulmamış, korunaklı hayatımı lekelemesine izin vermem gerekiyordu."

    Luna bir fanusun içinde yaşıyor. Hiçbir zaman ailesinden, Knight'tan uzaklaşmamış ve Luna üniversiteye başlayacağında da Knight onun evden ayrılabileceğine ihtimal dahi vermiyor. O, Luna'yı cepte görüyor. Sonunda Luna en iyisinin üniversite için şehirden ayrılmak olduğuna karar verdiğinde Knight onu görmezden gelip kendine bir sevgili yapıyor ve Poppy yani "Günışığı" (😖) böyle hikayeye dahil oluyor. 

"Seni seviyorum Knight Cole. Her şeyden çok. Belki kendimden bile çok. Ama sana kalpten güvenmiyorum. Beni böyle incittiğinde kendimi küçük düşmüş ve kindar hissediyorum. O kadar kindar ki konu ben olunca kalbine sahip çıksan iyi olur. Aramızdaki bu şey her neyse artık, o bizi öldürmeden bizim onu öldürmemiz gerekiyor, anladın mı? Birlikte olamayız."

Poppy'ye gurur tanesi hiç düşmediği için başka birisine aşık olan Knight'ın sevgilisi olmaktan hiç gocunmuyor. Luna onların ilişkisini öğrenince HAKLI OLARAK diyor ki Knight'ı geride bırakmanın zamanı geldi çünkü Knight, ona layık olan mükemmel kızı buldu, diye düşünüyor. Ve sevgili Luna kalbini iyileştirmesi için üniversiteden Josh diye bir çocuğa gidiyor. Josh ve Luna meselesinde de Knight, Luna'ya YILLARCA yaşattıklarını görmezden gelip haklıymış gibi Luna'ya sinirleniyor. Luna'nın değişimi, bağımsızlığı Knight'ı korkutuyor ve korktukça kızın daha çok canını acıtmaya çalışıyor.

 "Aşkımızın nabzı her daim atıyordu. Bazen hafifçe. Bazen o kadar hızlı ki başka bir şey duyamıyordum."

 İlk kitaptan sonra ben her ne kadar yazar beni daha fazla ağlatamaz dediysem de bunu başardığını söylemek isterim.  Serseri Prens'ten daha dramatik ve sürprizlerle dolu ki bu da benim üçüncü kitabı daha da çok merak etmeme neden oluyor. L. J. Shen çıtayı öyle yükseltti ki Vaughn'ın hikayesini okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Umarım çevirisi çabuk gelir, gelmezse de artık ingilizcesini bulup okuyacağım.🙇🏻‍♀️

Not: Daria Followhill hala en sevdiğim karakter. 🌟
Not
²: Yazarın Dean ve Dixie'yi birbirine yapmasından hiç hoşlanmadım.

    Kitap Fiyatı: ₺ 57,50 [ 06/05/2023 ]  - KitapYurdu   

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

21.07.2023

BİZ EVLENİYORUZ ~ JULIA QUINN

" "Her şey değişiyor," diye fısıldadı, "ve ben bunu durduramıyorum." "

 Ve Bridgerton kardeşler serisinin (dilimize çevrilen kısmının) sonuna geldik! Artık Netflix'te Bridgertonları izleyebilirim. Netflix'in Julia Quinn'in kitaplarına el atmasının en yararlı tarafı Türkiye'de tarihi aşk romanlarının (tabiki en başta Julia Quinn) çevirisinin artması oldu. Ben bir kitapsever olarak bunu sevinçle karşıladım tabiki. Neyse biz son bekar Bridgerton'a Gregory'ye dönelim.

"Manastırdaki yaşlı papazın kelebek koleksiyonu yapması gibi, kırık kalp biriktirirdi o da."

1827 yazındayız. Gregory Bridgerton koşarak kiliseye gitmekte ve bir düğün törenini bölmek üzeredir. Ah, ama yazarımız bir anda bize hikayenin başını anlatmadığını fark edip iki ay öncesine götürür okuyucuyu. Etkileyici ve benim sevdiğim bir başlangıç bu. (Judith McNaught da aynısını Düşler Krallığı'nda yapar ki en sevdiğim tarihi aşk romanıdır.) Zaten kitabın orijinal adı da Bridgertonlar: Düğün Yolunda ama Biz Evleniyoruz diye çevirmişler maalesef... 🙄

"Lucy omuz silkti ve "Siz kötünün iyisisiniz, Bay Bridgerton," dedi."

 Gregory Bridgerton aşka inanan ve aşkı arayan nadir erkeklerden bir tanesidir. Nasıl inanmasın ki?! 7 kardeşi ve anne babası bir aşk evliliği yapmıştır! 26 yaşındaki son bekar Bridgerton olarak evlenmek için aşkın onu çarpmasını beklemektedir ve Kate'in düzenlediği dans partisinde bir kızı görüp çarpılır: Hermione Watson. (Bence yazar burada Harry Potter hayranlığını konuşturmuş.🪄)

" "Lucy, kime aşık olacağımızı biz seçemeyiz."
 Lucy kollarını önünde kavuşturdu. "Neden olmasın?" "

 Hermione, sezonun gözdesi olma potansiyeli taşıyan bir kız. Henüz sosyeteye takdim edilmemiş olmasına rağmen davetlerde ve partilerde bütün erkekler onun peşinden koşuyor. Hem çok güzel hem de bir vikontun kızı olarak evlilik için oldukça popüler bir aday. Ancak Hermione bir başkasına aşık. Hem de en yakın arkadaşının bile onaylamadığı birisine, babasının katibine aşık. 

 "Hermione'yi ağabeyi memnun olsun diye istemiyordu; Hermione'yi isteyememezlik edemediğinden istiyordu.
 Ve bu Lucy'ye kendini biraz daha yalnız hissettirdi."

 Hermione'nin en yakın arkadaşı Lucy'nin katibi onaylamamasının sebebi gerçekçiliği. Konumlarından dolayı evlenemeyecekelerini düşünüyor. Bu yüzden de Gregory, Hermione'nin peşine düşüp en yakın arkadaşı olduğu için Lucy'ye yaklaştığında Lucy diğerleri gibi onu geri çevirmiyor ve Gregory'ye yardım etmeye çalışıyor. Gregory'nin Hermione'ye vurulduğu için ona ilgi gösterdiğini ilk dakikadan anlasa da Lucy buna bozulmamaya çalışıyor çünkü hem buna çok alışkın (bu yüzden de kendini Hermione'den biraz daha az olarak görüyor😞) hem de o, neredeyse nişanlı bir kız. Amcası (babası ölmüş) onu Lord Haselby ile evlendirmek için yıllar önceden her şeyi ayarlamış. İş sadece evrakların imzalanmasına kalmış. 

 "Lucy Abernathy insanda şiir yazma isteği uyandırmazdı asla, ama ondan çok iyi bir arkadaş olurdu."

 Gregory hayatı boyunca Hermione ile tanışmak için beklediğini düşünerek peşinden koşarken Lucy ile bir arkadaşlık geliştiriyor. Ve esas kızın Hermione değil de Lucy olduğunu anlaması (bence) çok uzun sürüyor. Eğer kitabın sonlarında Lucy için o kadar uğraşmasaydı hiçbir zaman Lucy'yi Hermione'den daha çok sevdiğine inanmazdım. Lucy her ne kadar ondan hoşlansa da hala en yakın arkadaşı için Gregory'yi ayarlamaya çalışması insanın kalbini buruyor. Çünkü Lucy her zaman kendisinden önce başkalarını düşünüyor. Hep başkaları mutlu olsun diye uğraşıyor. Özellikle de abisi ve Hermione için. Lucy'nin bu dünyada en sevdiği iki insan abisi ve Hermione iken onlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. 

"Tek kayıp ruh Lucy'ymiş gibiydi sanki. Aşkın ne olduğunu anlamayan, gerçekten var olup olmadığından bile emin olmayan ya da gerçekten varsa bile, onun için var mıydı bilemeyen tek kişiydi."

 Abisi neden Lucy'nin anlaşmalı evliliğine hiç karşı çıkmıyor bunu anlamıyorum. Kendisi kont ve evliliği ayarlayan amcasının hiçbir vasfı yok. Yani resmen onun sorumluluğunu başından atmış ve hiç ilgilenmiyor. Sadece Lucy'den aldığı sevgiye bakıyor. Bu yüzden Richard'ı (abisini) sevmedim. Hermione ise kendi dünyasına ve kendi aşklarına o kadar yoğunlaşmış, aralarındaki başrol olmaya o kadar alışmış ki kız kardeşi gibi gördüğü Lucy'nin Gregory'ye aşık olduğunu anlayamıyor. Sonuç; Hermione'yi de sevmedim. 

"Bir kraliçe gibi davran, belki öyleymişsin gibi karşılık verirler."

 Kitapta Violet Bridgerton'ın (ebeveyn olma) rolünden alınmış Kate ve Anthony'ye yüklenmiş gibi geldi bana. Vikont olmasından dolayı Anthony'nin bir şekilde bütün kitaplarda rolü var. Daphne de düşes olduğu için kitaplarda geçen karakterlerden. Colin eğlenceli oluşuyla yine bütün kitaplarda var. Ancak bazı kardeşler yok gibi. Bunlardan en çok yok sayılanı da Francesca. Bu kitapta Francesca'nın adı iki kere geçti (ben şok): İlkinde evli kardeşlerini sayarken (el mahkum yani) bir diğeri de Francesca'nın yalnızlığı övdüğüne dair bir cümleydi...

"Lucy'nin canı yanıyordu. O kadar çok yanıyordu ki acısı havaya karışıyor, Gregory'nin etrafını sarıyor, kalbine dolanıyordu."

 Kendi kitabında Hyacinth'e ne kadar bayıldıysam bu kitapta da bir o kadar sinir oldum. Tamam anladık cesursun, modern kadının temsilisin falan ama herkes kendi için cesur olmak zorunda değil. Lucy de cesur davranıyordu ama kendisi için değil, abisi ve Hermione için ve Hyacinth'in bilmeden etmeden Lucy'ye kötü davranması beni çok rahatsız etti. Üstelik ona kötü davranmaya Lucy, Gregory'nin ona aşık olduğunu bilmezken başladı. Yani kız ne yapsaydı? "Ah, Hyacinth. Abinin en yakın arkadaşıma aşık olduğunu biliyorum ama ben ömrümün sonuna dek onu bekleyeceğim," mi demeliydi?

 "Gregory soruyu duymazdan geldi. Lucy'nin tuvalette bağlı olduğunu söylemek için iyi bir zaman değildi gerçekten de."

 Kitabın en sevdiğim yanı Gregory'nin sonuna kadar hiç vazgeçmeyişi oldu. Onun, Lucy'yi Lucy'den bile koruyuşunu çok sevdim. Güzel yazılmış, eğlenceli bir kitaptı yine. Umarım Bridgertonların son üç kitabını da çevirirler de Bridgertonların son hikayelerini de okuma fırsatı elde ederiz.


 Bridgerton Kitap Serisi
1) Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)
3) Son Söz Aşkın (Yorum yazısı için tıklayınız.)
4) Rüyalar Gerçek Olsa (Yorum yazısı için tıklayınız.)
5) Sonsuz Sevgilerimle (Yorum yazısı için tıklayınız.)
6) Sana Muhtacım (Yorum yazısı için tıklayınız.)
7) Öpüşünde Saklı (Yorum yazısı için tıklayınız.)
8) Biz Evleniyoruz (Yorum yazısı için tıklayınız.)
9) The Bridgertons: Happily After All
10) The Further Observations of Lady Whistledown
11) Lady Whistledown Strikes Back

Bridgerton Netflix Serisi

1) Bridgerton & Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) Bridgerton & En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤  

Devamını Oku »

20.07.2023

SERSERİ PRENS ~ L. J. SHEN

All Saints Lisesi Serisi:

1) Serseri Prens
2) Yaralı Şövalye (Yorum yazısı için tıklayınız.)
3) Angry God 

"Ona buzdan kalbimi verdim, o da alıp önce eritti, sonra ısıttı, sonra yaktı ve en sonunda da hançerledi."

    All Saints Lisesi serisi Sinners of Saints serisinde geçen karakterlerin çocukları ki bu 5 kitaplık bir seri yani bence iyimser bir şekilde en az iki kitap daha bu seriden gelmesi lazım; mesela kitabın baş karakteri Daria'nın kardeşi falan olabilir... Buralar biraz monologa döndü, en iyisi bu meseleyi burada bırakmak.😅

"Benim gibi on dördünde olan Via, olmak istediğim her şey."

 14 yaşındaki Daria Followhill'in bakış açısı ile kitabımızın açılışını yapıyoruz. Annesinin bale kursunda kendini tabiri caizse bütün ördeklerin arasında çirkin ördek yavrusu gibi hisseden bir kuğu Daria. Çünkü onlar gibi uzun-ince değil ve onlar kadar da yetenekli olduğunu düşünmüyor. Via da bunu ona dibine kadar hissettiren o kız. Via, annesinin bütün ilgisini üzerine çekmiş durumda ve bunun ne kadar ciddi bir problem olduğunu ilerleyen bölümlerde göreceksiniz (tabi okursanız 😋).

"Kırık kalbimin parçaları o kadar küçük ki göğsümde toz ve külden ibaret gibiler."

 Annesi Melody Green-Followhill'i daha kitabın başından sevmiyorum açıkçası. Onun yüzünden Daria kendini hep ikinci sınıf olarak görmüş. Her ne kadar dışından söylemese deVia'nın "üstünlüğünü" içten içe kabullenmek zorunda kalmış; çünkü annesinin bütün ilgisi onun üzerinde. Via'yı Kraliyet Bale Akademisi seçmeleri için bir haftalığına Londra'ya bile bizzat götürmüş. Hadi götür ama Daria'yı da al yanına mesela. Neyse... Daria, Via'nın kabul mektubunu annesinin çantasında bulduktan sonra mektup bir şekilde yok oluyor (spoiler vermemek için yırtınıyorumdur😂😂).

"Onu bulmak için dünyanın altını üstüne getirmek istiyorum ama dünya benim değil ki bunu yapabileyim."

 Bir diğer başkarakterimiz Penn Scully ise Daria'yı hep uzaktan görmüş yıllarca ona karşı bir şeyler hissetmiş Via'nın ikizi. Daria ile ilk konuştuğunda da ona elindeki en değerli şeyi turuncu deniz camını  veriyor. Ancak mektup ortadan kaybolduktan sonra Penn, Daria'dan nefret etmeye başlıyor ki bence Daria'nın bu konuda hiçbir suçu yok ve bu yüzden Penn'den çok hoşlanmıyorum. Mektup ortadan kaybolunca Via da evde yaşanan bazı olaylardan sonra evden kaçıyor ve aradan 4 yıl geçiyor.

 "Kendimi ateşten korumanın tek yolu, daha büyük bir ateşin fitilini yakmaktı."

 4 yıl sonra Penn'in tek ebeveyni olan annesi de ölünce çocuk sokakta kalıyor ve Via'ya karşı duyduğu vicdan azabı ile kimseye sormadan Penn'i evine alıyor Melody (benim için baya eksilerde bu kadın ve asla Daria'nın affını hak ettiğini düşünmüyorum). Daria amigo takımının kaptanı olmuşken Penn de en büyük rakipleri olan takımda bir futbol yıldızı. Annesinin duygusal yokluğunu kendisinden 20 yaş büyük Müdür Prichard ile kapatmaya çalışan bir Daria var artık karşımızda. 

"Bunun üzerine ben hariç masadaki herkes kahkaha atmaya başlıyor ve böylece buzların kırıldığını duyuyorum. Sorun şu ki ortada iki tane buz dağı var. Onlar birinin üzerindeyken ben diğerinin üzerinde onlardan uzağa sürükleniyorum."

 Daria, etrafındaki herkesin kendisinden bir şekilde üstün olduğunu düşünen bir karakter -ki bunu ölse sesli dile getirmez- çünkü annesi Daria hariç herkese karşı çok ilgili. Penn eve girdikten sonra aileye Daria'dan çok daha iyi uyuyor ve Daria kendisinin dışa itildiğini hissediyor. Kimse de ona yer açmayı düşünmüyor. Çok sevdiği babası bile çok pasif bir şekilde Daria'yı savunuyor bence. Yani kimse Daria'ya hak ettiği değeri vermiyor ve onun da içi daha çok kin ve öfke ile doluyor. Aslında Daria'nın öfkesi bu dünyada onu yalnız hissettirenlere. 

"Sen böyle seviyorsan..." Başını sallıyor. "O zaman senin sevgini istemiyorum, Penn Scully.

 Penn de bir süre sonra Melody'nin Daria'ya karşı olan davranışlarından rahatsız olmaya başlıyor ve ikilinin ilişkisi (olumlu anlamda) ilerlemeye başlıyor. Tam o sırada Penn'in 2 yıllık bir sevgilisi ve bebeği ortaya çıkıyor ve bir de üstüne Via geri gönüyor hem de fırtına gibi (plot twist).

"İsteri sana hiç yakışmıyor, Kurukafa Gözlü. Nereye gidiyoruz?"
"Bilmiyorum."
"En sevdiğim yer."

    Serseri Prens 24 saatte tükettiğim kitaplardan biri oldu (ki kitap da duygudan duyguya geçişle beni de tüketti). Instagram hesabımı takip edenler/görenler bilir yüksek lisans yapıyorum ve tez aşamasındayım. Tezim için kitap okurken bile içimden "Off, keşke şimdi eve gidip Serseri Prens'i okuyabilsem," diye düşünüp duruyordum. Ama tabiki oturup çalışmaya devam ettim... 

 "Kendimi kimsenin aramaya zahmet etmediği, halının altında unutulmuş bir yapboz parçası gibi hissediyorum."

 Daria'nın duygularının çok iyi bir şekilde somutlaştırıldığını düşünüyorum. Çok sürükleyici ve güzel yazılmış bir kitaptı benim için. Dinamik hiç düşmüyor. Çok dram dolu bir kitap olmasına karşın çok da gerçekçi bence en azından sıkı bir Reddit okuru olarak böyle düşünüyorum 😂😂. Hemen Yaralı Şövalye'ye başlayıp onun da yorumuyla geleceğim en kısa zamanda ve tabi bu arada Angry God kitabının da çevirisini beklemekteyim.

    Kitap Fiyatı: ₺ 57,50 [ 06/05/2023 ]  - KitapYurdu   

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

4.06.2023

EFENDİ UYANIYOR ~ H. G. WELLS

    Kitap Fiyatı: ₺ 13,82 [ 05/12/2015 ]  - KitapYurdu   

"Şehir, insanlığı yutmuştu; insanoğlu gelişiminin yeni bir safhasına girmişti."

 203 yıl boyunca uyuyan Graham uyandığında teknoloji ilerlemiş, para birimi değişmiş, moda - mimari değişmiş ve gökyüzü kablolarla kaplanmış. Dil yani İngilizce ise ufak tefek değişikliklerle korunmuş. 203 yıl boyunca uyuyan Graham toplumda da kendine özgü bir yer edinmiş ve Uykucu lakabını alıp "Uykucu uyandığında" diye bir deyim türemiş. Bu deyim insanların gerçekleşmesinden umudu kestikleri şeyler için kullanılıyormuş. Bu arada Graham uyurken serveti Konsey tarafından idare edilmiş ve Konsey insanlar tarafından evrensel bir güç merkezi olarak görülüyor.

"En akıl almaz düşler bu zamanın korkunç gerçekleri olmuşlardı şimdi."

 Konsey ise Graham'ın servetini kullanarak güçlenen bir yapı. Etkisi zaman için artmış; eskiden Tanrı gözüyle bakılırmış. Graham da uykusunda devletin sembolü haline getirilmiş. Şehrin insanlığı yuttuğu, sınıf ayrımının hala varlığını sürdürdüğü, eğitimde amacın öğrencilerim eğlenmesine dönüştü bir dünyanın sembolü Graham. Aslında onun alınan bu kararlara hiçbir katkısı yok ve bu kararlar hakkındaki fikrinin de zaten pek bir önemi yok.

"Hep beraber geleceği yaratıyorduk ama durup nasıl bir gelecek yarattığımızı düşünmeye zahmet etmedik."

 Yeni dünyada hayatın her alanına kurallar hakim. Çalışan sınıfın çocukları belirli bir yaşa gelincee hipnoz edilerek dakik ve güvenilir makineler haline getiriliyor. Böylece düşünmeye fırsatları olmuyor; düşünce özgürlükleri ellerinden alınıyor. Bütün şehirler de birer hapishaneye dönüşmüş durumda. İnsanlar her türlü zevkten mahrum bir hayatın pençesine düşmüş. Sadece zenginlerin hayatının önemli hale geldiği bir çağın içindeler.

"Doğuyorlar, baskı altında yaşıyorlar ve sonunda ölüyorlar."

 İdealler ve ihtiyaçların değişmesiyle alışkanlıklar da değişmiş. Medeniyetin "gelişimi" zenginler için acıyı ortadan kaldırıp bir zevk dünyası ortaya çıkarmış. Dünyanın en zengin insanı olan Graham da devrimci güçler ve Konsey arasındaki savaşın ortasında bulur kendini. Graham diğer zenginlerden farklıdır çünkü o özgür yaşamın ne olduğunu görmüş bir zengindir. Toplumsal adalet terazisinin bir yana daha ağır bastığının farkında olan ve bundan hoşlanmayan bir zengindir.

"Tüm erkeklerin ve kadınların, özgürlük ve barış içerisinde yaşayabileceği bir dünyanın hayalini kuruyorduk. Ne oldu bizim umutlarımıza?"

 Tarihte yazılan ilk distopya Efendi Uyanıyor. Mükemmel değil ama kendini okutuyor. Wells, bu kitabıyla geçmişten geleceğe bir selam vermiş. Gelir eşitsizliğin yükselişte olduğu, orta sınıfın giderek eridiği günümüzde özellikle çok daha anlamlı bir kitap haline geliyor Efendi Uyanıyor. İnsan yaşadığı dönemle olan benzerlikleri fark edince bir distopyanın içine düşmüş haline üzülüyor doğrusu. Çünkü Wells'in oldukça yerinde öngörüleri ve tespitleri var. 


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

3.06.2023

KAKTÜS ~ SARAH HAYWOOD

 "Eğer meslektaşlarım olmasaydı ofis hayatı katlanılabilir olurdu."

 Kaktüs kitabının başkahramanları öyle gencecik değil. Baştan belirteyim de hayal kırıklığına uğramayın. Birinci baharını yaşayamamış Susan Green  45 yaşında, kariyer odaklı bir hanımefendi. Her şeyi kontrol altında tutmak isteyen, rutinlerine oldukça önem veren, kendi kuralları ile yaşan biri. Onunla tanışır tanışmaz ailesiyle ne kadar garip bir ilişkisi olduğunu gösteriyor okuyucuya. Ağustos ayında bir gün sabaha karşı Susan'dan iki yaş küçük olan kardeşi Edward arayıp annelerinin öldüğünü haber veriyor. Peki başkahramanımız Susan ne yapıyor? Kendini yerlere atıyor, bağırıyor, çağırıyor, annem diye ağlıyor vs di mi? Yok. Öyle olmuyor. Susan kardeşiyle biraz konuşuyor sonra da benim işe gitmem lazım diyip telefonu kapatıyor ve gerçekten de işe gidiyor. Yani şoktan falan öyle söylemiyor. Her şeyin bilincinde işe gidiyor kimseye de annesinin öldüğünü söylemiyor. 

"Aileleri, umutla beklenen tahliye tarihi olmayan bir hapishaneye benzettiğini hatırlıyorum."

Annesini sevmediğini düşünebilirsiniz ama bence Susan annesini sevmesine rağmen ona içten içe kırgın olduğu için böyle davranıyor ve maalesef bunu kendine bile itiraf edemiyor. Mesela annesinin küllerini (malum onlarda böyle bir gelenek var) sorumsuz ve dağınık kardeşi Edward’ın almasına izin vermiyor. Küllerin kendisiyle daha güvende olacağını düşünüyor. Ancak küllerin içinde durduğu ahşap kutuyu oturma odasının kapısının önüne kapı kapanmasın diye koymakta da bir sakınca görmüyor. Peki neden kırgın Susan annesine? Maalesef anneleri Edward ve Susan arasında ayrımcılık yapıp Susan’ı hep arka plana itmiş.

"Geçmişin tuzağına düşmüş bir haldeyken geleceği nasıl düşünebilirdim ki?"

Susan ve Edward’ın babası ise alkolikmiş. Bu da Susan’ın arkadaş edinmesinin önüne geçmiş çünkü alkolik babası sokaklarda kendini rezil ederke Susan da bu sayede okulda dalga konusu olmuş. Bu yüzden de hiç arkadaş edinmek için çaba harcamamış ve her zaman mantığıyla hareket etmeye çalışmış. Çünkü malum onu koruyup sevmesi gereken insanlar duygularının incinmesinin ilk nedeni olmuş hep. 

"Sanırım çocukluğumu Edward'ınkinden ayıran tek şey, benim hiç sevilmemiş ve kardeşiminse sevilmiş olduğu gerçeğiydi."

 Susan çok garip bir karakter aslında. Ama anlaşılmaz ya da gerçekdışı olduğunu düşünmüyorum. Birisi ile buluşacağı zaman o kişiyle hangi konuları konuşacağını dahi planlıyor. Kitap sürekli geçmiş ile günümüz arasında gidip geliyor ve biz geçmişe gittikçe Susan’ı daha iyi anlıyoruz. Edward bazen iyi niyetle bazen de art niyetle Susan için kıymetli olan ne varsa mahvederken anneleri de hep Edward’ın tarafını tutmuş. Susan her ne kadar ısrarla annesinin Edward ile kendisini eşit sevdiğini savunsa da gerçek herkes tarafından görülüyor. Özellikle öldükten sonra daha da çok belli oluyor bu gerçek: Anneleri vasiyetinde evini ömür boyu aile evinde yaşaması için Edward’a bırakıyor. Edward bu evi satarsa para eşit bir şekilde bölünecek ama satmak istemediği sürece o evde yaşamak onun hakkı. Ve Susan, Edward’ın annelerini kandırdığını ileri sürüp mirasının peşine düşüyor çünkü tam da o dönemde Susan’ın paraya ihtiyacı var. Susan yeni bir hayatı karşılamaya hazırlanıyor. 45 yaşında hamile ve yalnız bir kadın. 

"Hayatımı biriyle paylaşmak için planlar yapmaktan uzak bir şekilde, tek istediğim eve gitmek, kapıyı kilitlemek, telefonumu kapatıp dünyadan kopmaktı."

Edward’ın tek başına eve konduğu yetmezmiş gibi yanına bir de en iyi arkadaşını yerleştiriyor: Rob. Arkadaşı Edward’ın aksine daha makul biri. Ed ile başa çıkabiliyor, yeri geldiğinde kardeşler için ara buluculuk da yapıyor ama kitabın ortasına kadar çok da görmüyoruz açıkçası. Onun da tabi ki kendi öyküsü var. Eşinden ayrılmış, üniversitedeki sevgilisinden bir çocuğu var ancak üniversite döneminde onları terk edip gitmiş ve çocuğunun cinsiyetini dahi çocuk 5 yaşındayken öğrenmiş bir insan evladı. Yani kendisine karşı pek hoş duygularımız yok. Ve şimdi de kendisi için en doğru kişinin üniversitedeki eski sevgilisi, yani çocuğunun annesi olduğunu düşünüp onun peşinden koşuyor. Bu arada da bütün iyi niyetiyle Susan’a yardım etmeye çalışıyor ama Susan (ve açıkçası ben de) ona şüpheyle yaklaşıyor.

"Ağlayan erkeklerle başa çıkmak için hiç donanımlı değildim. Ya da ağlayan herhangi biriyle."

 Okuması kolay bir kitap aslında. Romantizme şöyle bir hafif dokundurup aile dramını buram buram hissettiren bir metin. Aşktan çok aile teması daha çok ön plana çıkmış. Açıkçası birbirlerine nasıl ve ne arada aşık oldular anlamadım ama tatlılardı. Sonu hızlı bağlanmış maalesef. Oysa ben daha fazla okumak isterdim. Bebekle nasıl baş edemediklerini (evet edemediklerini), Edward ile olan ilişkilerini ve Kate (aldatılıp iki çocuk ile terk edilen komşusu) ile ilgili daha fazla şey öğrenmek isterdim. Rob bile biraz figüran gibi kalmış, yani ilişkileri o derece yok. Bütün bunlara rağmen okunabilir bir kitap olduğunu düşünüyorum. Sadece aşk kitabı diye düşünerek almayın.

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤  

Devamını Oku »

14.05.2023

ÖPÜŞÜNDE SAKLI ~ JULIA QUINN

  "Smythe-Smith kızları enstrümanlarını ellerine alıp çalmaya başladıkları an Gareth St. Clair'in hafifçe inleyerek, "Tanrı yardımcımız olsun," diye fısıldadığını duymuştu."

 Bridgertonların en küçüğü ve son bekar kızı, 1800'lerin ise en özgüvenli leydisi Hyacinth Bridgerton aşık oluyor! Öpüşünde Saklı Gareth ile Hyacinth'in eğlence ve macera dolu aşk hikayesini anlatıyor. Hyacinth benim en merak ettiğim karakterlerden birisiydi ve beni kesinlikle hayal kırıklığına uğratmadı. Seveninin olduğu kadar sevmeyeninin de olduğu bu kitabı ben sevmeyi seçiyorum. Bilmiyorum Francesca'nın hikayesinden hemen sonra okuduğum için bu kadar bayılarak okumuşumdur belki. Çünkü mıymıy Francesca'dan sonra haşarı Hyacinth bana çok iyi geldi. 😅😅

" "Biliyor musun, sana güvendiğimi hiç sanmıyorum."
 Gareth, "Güvenmemelisin de zaten," diyerek ona katıldığını belirtti."

 Kitap açılışı 1815 yılında yapıyor. Gareth o zamanlar 18 yaşında Eton'da okuyan, ailenin ikinci oğlu olması nedeniyle bir ünvanı olmayan genç bir çocuk. Babası ile ilişkisini sosyal kabulün uygun gördüğü düzeyde tutmaya özen gösteriyor. Baron olan babası abisini ne kadar seviyorsa Gareth'ın varlığına da o kadar katlanamıyor. Çünkü Gareth onun öz oğlu değil. Ancak abisi ölünce baronun varisi Gareth oluyor ve baron bundan da nefret ediyor. 

 "Bu hayattaki amacım olabildiğince çok kişi için tehdit unsuru oluşturmak, bu yüzden sözlerinizi bir iltifat olarak alıyorum Bayan Bridgerton," dedi Leydi D."

 Bir bölüm sonra 1825 yılında atlıyor ve bu bölümde öğreniyoruz ki Gareth çok sevgili Leydi Danbury'nin torunu; hem de en sevdiği torunu. Leydi Danbury, Hyacinth ile torunun arasını yapmak için göze parmak soka soka uğraşıyor. Zaten Bridgertonlar da 22 yaşındaki Hyacinth'in evlenmesini Hyacinth'tan çok istiyor. Neyse Gareth ve Hyacinth'in ilk etkileşimi Smythe-Smith müzikalinde oluyor. Hyacinth, Gareth'ın kötü şöhreti (kadınlarla olan ilişkilerinden bahsediyor, zampara yani) nedeniyle ondan uzak duruyor. Ama bir Julia Quinn geleneği der ki Bridgerton kızları kötü şöhretli erkekleri yola getirecek kadar kendine aşık eder, aksi makbul değildir; bkz. Eloise. Sanırım Eloise 28 yaşında olduğu için kötü şöhretli, yakışıklılarımızın peşinden koşması yazara mantıksız geldi. Neyse...

" "Hayatımı feda edebileceğim bir kişiye daha sahip olabilmek için dünyaları verirdim," dedi genç adam."

 Gareth'ın eline büyükannesinin İtalyanca günlüğünün geçmesiyle Hyacinth ile zaman geçirmeye başlıyor çünkü Hyacinth İtalyanca biliyor ve Gareth için günlüğü çeviriyor. Bu günlükte Gareth'ın babaannesi sakladığı mücevherlerden bahsedince sevimli ikilimiz mücevherleri aramaya koyuluyor. Böylece sevimli kızımız ile haşin erkeğimizin ilişkisi de ilerliyor. Bu sırada Gareth'ın yalnızlığının içinde boğulmasını Hyacinth'in de kendini keşfetmesini izliyoruz.

"Hayatının büyük bölümünü sorumsuz ve umursamaz davranışlar sergileyerek geçiren kahramanımız, iki kişilik bir takımın daha mantıklı hareket eden tarafı olmanın yarattığı tuhaf duyguyu keşfetmektedir..."

 Gareth bir erkek olarak toplumsal rolüne ne kadar uyuyorsa Hyacinth bir leydi olarak o kadar rolüne uymayı reddediyor. O, özgürlüğüne düşkün, lafını sakınmayan ve erkeklerin korkulu rüyası olmuş bir karakter. Gareth'in ünü çapkınlığı, yakışıklılığı, kadınlarla yakın ilişkileri iken toplum onu garipsemiyor. Hyacinth aykırı bir karakter olarak lanse ediliyor. O, aslında farklı bir karakter değil biz 21. yüzyılda yaşayanlar için. Ancak bu kitaptaki olaylar 19. yüzyılda aristokratisi içinde geçiyor ve o dönemde bir kadının aklına estiği gibi konuşması, erkeklerden çekinmemesi olağandışı. Hyacinth'i kitaptaki karakterler için zorlu ve farklı kılan bu özellikler aslında modern kadının özellikleri. Yani siz okurken bu kız normal, öyle zeki falan değil diye düşünebilirsiniz ama bu kız o dönemin normaline uymuyor; bizim normalimize uyuyor. Bu yüzden Gareth bu ilişkinin mantıklı olanı oluyor.

"Hyacinth, "Beni seviyor musun?" diye fısıldadı.
"Ölümüme sebep olacağından eminim ama evet." "

 Gareth ile Hyacinth'in birbirine aşık olmasını keyifle okudum. Eğlenceli, munzur ve komiklerdi. Leydi Danbury ile Hyacinth sahnelerini okumak da iyiydi; hatta Leydi Danbury, Hyacinth'a birlikte kitap yazmayı teklif ettiğinde çok heyecanlanmıştım ama yazar bunu sadece teklifte bırakmış. Ben ikisinin birlikte yazdığı kitaptan parçalar da okumak isterdim. Onun dışında güzel bir Bridgerton kitabıydı. 

Son olarak; kitap boyunca yine Francesca'dan bahsedilmiyor; diğer bütün kardeşlerin bir şekilde bahsi geçiyor, sahneleri falan var ama Francesca kitabın hiçbir yerinde yok. Ayıp yani. 

 Bridgerton Kitap Serisi
1) Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)
3) Son Söz Aşkın (Yorum yazısı için tıklayınız.)
4) Rüyalar Gerçek Olsa (Yorum yazısı için tıklayınız.)
5) Sonsuz Sevgilerimle (Yorum yazısı için tıklayınız.)
6) Sana Muhtacım (Yorum yazısı için tıklayınız.)
7) Öpüşünde Saklı (Yorum yazısı için tıklayınız.)
8) Biz Evleniyoruz (Yorum yazısı için tıklayınız.)
9) The Bridgertons: Happily After All
10) The Further Observations of Lady Whistledown
11) Lady Whistledown Strikes Back

Bridgerton Netflix Serisi

1) Bridgerton & Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) Bridgerton & En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

7.05.2023

LEYLA ile MECNUN ~ BURAK AKSAK

 "Sanki orada değilmişim gibi oturuyorum masanın başında Yahut masadaki sürahi gibiyim diyelim. Öyle kırmızı kapaklı cam sürahilerden de değil ha. Baya alelade plastik bir sürahi. Hatta çatlamış tuvalet maşrapası. Görenlerin "Ulan bunun ne işi var şimdi burada?" diyeceği bir şekilde masanın ortasında duruyorum. Evet, bu tam olarak benim işte. Ben Mecnun Çınar. Ve sürekli yanlış tercihler yaparım."

  Kitap Fiyatı: ₺  15,38 [ 24/09/2018 ]  - Kitapyurdu  

 Leyla ile Mecnun... Dizisi ile gönüllere taht kurup ani finaliyle herkesi üzüp Exxen'de geri dönüşüyle sevindiren absürt komedi dizisiydi. Dizi bittiğinde final bölümünü diziyi bitirmemek için aylarca izlememiştim. Kitabı çıktığında hemen almıştım ama henüz okuyamamıştım. (Kitap stoklamak gibi kötü bir huyum var maalesef.) Exxen'deki geri dönüşüyle bende kitabı okumaya karar verdim. Böylece karakterlerin biraz iç dünyalarını biraz daha anladım. 

"Hoşgeldin Leyla. Yüreğim biraz tozludur kusura bakma. Bugüne kadar kimse girmedi içeri ne yapsın garip?"

 Kaderleri bir çizilmiş Leyla ile Mecnun'un. Onların hem birlikte olması hem de olmaması gerekiyor. 12 Eylül'de ailelerinin hastane yolunda doğuma giderken karşılaşmasıyla başlıyor hikayeleri. Ama kitapta anlatılan tek aşk onlarınki değil. Yavuz ve Zeynep'in hikayesi de çok güzel bir şekilde anlatılmış. Dizide gördüğümüz sahnelerde bir karakterin aklından geçenleri öğrenmek çok hoşuma gitti. 

"Kendi çölünde kaybolan bir Mecnun değil, kendisi çöl olan bir Mecnun oldum. Şimdi Leyla bir rüzgar esintisi. Bense çölde bir kum tanesiyim. Belki şu koca çölde bir meltem eser diye bekliyorum. Eser de Leyla bir kez olsun bana dokunur diye bekliyorum."

 İltifatlar, duyguları ifade ediş biçimi muhteşem. Basit kelimeler ve cümlelerle o kadar çok his geçirmeyi başarmış ki yazar okuyucuya, insanın hayran olmaması imkansız. Çünkü çok gerçek, çok hayatın içinden. Oysa yaptığı şey absürt komedi. Gerçek hayatla absürt komediyi çok başarılı bir şekilde birleştirmiş.

"Ah be İsmail Abi. Ne vardı çocuk gibi sevinecek? Bu dünyada en çok çocukları üzerler be abi."

 Ben önce diziyi ya da filmi izleyip sonra kitabı okumayı hiç sevmem. Kendi hayal gücümü kullanmayı daha çok severim ama bu kitap diziden ayrı düşünülemezmiş bence. Öncesinde diziyi izlediğim, kitaptaki karakterleri dizideki oyuncularla canlandırdığım için başka bir tat bıraktı (bu kitap özelinde). Çünkü bence zaten kitap diziyle desteklenince çok çok daha güzel olmuş. O yüzden ben diziyi izledim/izliyorum zaten demeyin; kitabı da okuyun.


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

10.04.2023

İKİNCİ İLK İZLENİMLER ~ SALLY THORNE

   Kitap Fiyatı: ₺ 21 [ 09/11/2021 ]  - BKM Kitap   

 Bir kitabı bir buçuk yıl önce 21 TL'ye alabiliyor olduğumuzu görmek beni biraz üzdü ve şimdiki fiyatını görmek istedim. Şu anda bu kitabın liste fiyatı 110 TL, BKM Kitap'ta ise 66 TL. Vay canına...Bu yüzden bundan sonra tavsiyem kütüphanelerden kitap alıp okumak. Ben öyle yapıyorum ki ben baskısını bulamadığım kitaplar dışında kütüphaneden kitap almazdım. 1000'e yakın kitaplık bir kütüphanem var ama artık bir romantik komedi kitabına 66 TL verecek bütçem yok. Bu yüzden kütüphaneleri tercih ediyorum, eğer istediğim kitap yoksa istek oluşturuyorum. Çoğu zaman olumlu dönüş alıyorum ama onların da tedarik edemediği kitaplar oluyor. Her neyse kitap fiyatlarından bu kadar dert yanmak yeter! 😅😅 

"Sanırım kimse kendileri için yaptığım tek bir şeyi bile fark etmiyordu."

 İkinci İlk İzlenimler YİNE müthiş eğlendiğim bir Sally Thorne kitabı oldu. Providence Huzur Villaları'ndayız. Burası zengin yaşlılar için huzurevi gibi bir yer. Sadece herkesin kendi villası var; dediğim gibi ZENGİN YAŞLILAR İÇİN. Başrolde 25 yaşındaki Ruthie Midona var. Kızımız aslında ön büro elemanı, sekreter gibi bir şey yani. Ancak patronu Sylvia tatile çıkınca Ruthie onun görevini devralıp ofis müdürü oluyor. Ruthie'nin yerine de Melanie Sasaki geliyor. 

"Lütfen söyle ve içimdeki bu duygu dolu balonu patlat."

 Yan rolümüzdeki Melanie Sasaki flörtöz bir kadın oluşu ile Ruthie'nin dikkatini çekip onu başlarda rahatsız eden bir karakter. Çünkü Ruthie rutinlerini seven, bütün dünyasını huzurevi olarak gören 25 yaşında ama 75 yaşında gibi yaşayan bir karakter. Ancak Melanie, Ruthie'yi yoldan çıkarmayı başarıp onu bir date (buluşma) uygulamasına kaydediyor.

"Bir gün üzülecek olmak umrumda değildi. Şu anda sevinecek çok şeyim vardı."

 Theodore yani Teddy ise Providence Huzur Villaları'nın yeni sahibinin oğlu. Ev arkadaşları da Teddy'yi evden atınca gidecek yeri kalmadığı için babası onu, Ruthie'nin kaldığı çift daire olarak bölünmüş kır evinin diğer yarısında kalması için getiriyor. Babası neden kendi evine almıyor, sorusunu bende çok sordum başlarda ama sonradan cevabımızı alıyoruz. Babası, Teddy orada kaldığı süre içerisinde ofis işlerine yardım etmesini istiyor.

"Gittiği zaman bana ne olacağını düşünmüyordu."

 Ruthie, Teddy'yi sitenin belalı sakinleri Parloniler ile ilgilenmesi için görevlendiriyor. Renata ve Agatha Parloni bütün bakıcıların kaçmasına sebep olan acımasız iki kadın. Ruthie'yi ise çok seviyorlar. O yüzden de onun aşkı bulmasını istiyorlar. Parloniler ve Teddy'nin komik sahnelerinin arasında Ruthie ile Teddy tatlı bir arkadaşlık geliştiriyor. Evlerinin arasındaki duvar ince olduğu için ortak duvarlarını iletişim için kullanıyorlar. 

"Kalbini pençelerimin arasına almak ve ona zarar verme ihtimali olan her şeyi savuşturmak için umutsuz bir arzu duyuyordum."

 Teddy'nin de Ruthie'nin de karışık ve problemli aile ilişkileri var. Ruthie'nin babası bir din adamıymış; dolayısıyla Ruthie'nin de muhafazakar bir kızcağız olması anormal değil. Siteden hiç çıkmayan basit ve kapalı giyinen Ruthie'nin yeni komşusu Teddy ise arkadaşlarından birinin açtığı dövme dükkanına ortak olmak istiyor. Zaten Providence Huzur Villaları'nda yaşamayı kabul etmesinin nedeni de bu. Böylece para biriktirecek.

"Birini sonsuza dek, düzgün bir şekilde sevmenin genlerinde olmadığını söyledi."

 Teddy'nin hayatındaki yetişkinler yüzünden çocukluğundan beri düzensiz bir hayatı olmuş. Bu da onu büyüdüğünde düzene ayak uyduramamaya itmiş. Oysa Ruthie, düzeni ve rutinleri seven bir kızcağız. İşte tam olarak bu Teddy'yi de etkileyen. Onun bu kadar düzenli oluşunu büyüleyici buluyor Teddy. Ruthie'nin istikrarlı ve davranışlarının tahmin edilebilir olması ona hayatı boyunca tatmadığı bir duyguyu tattırıyor. Teddy, Ruthie'ye güvenebileceğini biliyor.

"Beni terk edeceksin. Yeni bir hayat kurmak için beni terk edeceksin ve ben burada, beni önemseyen kimsenin olmadığı bu yerde tek başıma kalacağım. Beni önemseyen, beni savunacak kimsenin olmadığı bu yerde."

 Kitap çok eğlenceliydi. Sevimli karakterlerle dolu keyifli bir okuma serüveni oldu benim için. Ancak sonu çok hızlı bağlanmış; tadı damakta kalıyor. Sanki yazarın ocakta yemeği varmış da ona yetişmeye çalışıyormuşçasına hızlı bitiyor. O yüzden biraz hayal kırıklığına uğradım. Bence kitap birkaç bölüm daha uzun olabilirmiş. Onun dışında çokçokçok severek okudum. Ayrıca kitap kapaklarına olan hayranlığımı da belirtmek istiyorum. Sally Thorne'un bütün kitaplarının kapakları muhteşem!

 

Thorne'un diğer kitapları hakkındaki yazılarım:


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »