28.04.2024

KARA VE DENİZ ~ CARL SCHMITT

"Dünya tarihi, deniz güçlerinin kara güçleriyle ve kara güçlerinin deniz güçleriyle mücadelesinin tarihidir."

İlk baskısı 1942, ikinci baskısı ise 1954 yılında yapılmış yazarın kızı Anima'ya ithaf ederek yazdığı bir metin Kara ve Deniz. 1985 yılında 96 yaşında hayata veda eden Carl Schmitt Nazi destekçisi bir Alman anayasa hukukçusuydu. Nazi rejimini sonuna kadar desteklediğini ve onları aklamak amacıyla yazılar yazdığını da belirtmek isterim.Yahudi düşmanlığı ile oluşturulmuş Nürnberg Yasaları'nı özgürlük anayasası olarak adlandırdı. Savaş bittikten sonra Amerikalılar tarafından yakalanan Schmitt 1 yıl boyunca toplama kampına gönderildikten sonra 1946 yılında evine geri döndü.

"Endüstri devrimi, deniz unsurundan doğan deniz çocuklarını makine üreticilerine ve makine kullanıcılarına dönüştürdü."

Schmitt'in daha da kısa halini İkinci Dünya Savaşı sırasında yazdığı bir tarih - tarih felsefesi kitabı Kara ve Deniz. Çevirisini yapan Gültekin Yıldız'ın önsözünde belirttiği gibi Carl Schmitt Kara ve Deniz ile Katolik ile Protestan'ı, İngiliz ile Alman'ı, bencil kapitalist tüccar ile kahraman kara askerini karşı karşıya koyar. 

"İnsan bir kara varlığıdır; karaya ayak basan bir varlıktır. Sabit kılınmış yer üzerinde durur, yol alır ve hareket eder. Bu onun durduğu yer ve zeminidir; bakış açısını bu vasıtayla elde eder; intibalarını ve alemi seyretme tarzını bu belirler."

Sözleriyle başlıyor kitap. İnsan dünyayı kendi gözleri merkezinde görür. Jacques Ellul, Sözün Düşüşü adlı kitabında bu durumu çok güzel bir şekilde açıklıyor. İnsan dünyayı kendi gözleri merkezli gördüğü için bazı bakış açılarına kördür. Schmitt de (benim anladığım kadarıyla) insan bir kara varlığı olduğu için bir deniz varlığı gözüyle bakamaz dünyaya diyor. İnsanın varlığının karaya bağlı olması onun bakış açısını da etkilediğini ifade etmek istiyor.

"Dünya tarihi toprak alımlarının tarihidir ve toprağı alanlar her defasında sadece anlaşma yapmadı; bilakis sık sık kavga, hatta sıkça da kanlı kardeş kavgaları ettiler."

Kara ve Deniz kitabını, Sırp asıllı Duschka Todoroviç ile 1926 yılında yaptığı ikinci evliliğinden doğan kızı Anima'ya anlattığı tarih/tarih felsefesi dersleri olarak kurgulamış. Ancak kitabın siyasi bir hesaplaşma kastı da taşıdığı açık. Kendi düşüncelerini desteklemek için tarihten faydalanarak açıklamalar yapıyor. Kitabı çeviren Gültekin Yıldız Çevirenin Önsözü kısmında Schmitt'in denizci varoluş ve kara varoluşu ile kastettiği şeyin aslında yazarın yaşadığı     Protestanlık ile Katoliklik, İngiliz ile Alman, bencil kapitalist tüccar ile kahraman kara askeri için bir metafor olarak kullandığını açıklıyor.

"Şimdi kelimenin en cesur anlamında yeni bir dünya oluşmakta, önce Batı ve Orta Avrupa halklarının, sonra da nihayet bütün insanlığın ortak bilinci baştan sona değişmeye başlamaktadır. Bu, kelimenin tam manasıyla yeryüzünü ve dünyayı içine alan ilk gerçek mekan devrimidir."

Schmitt için tarih önemli bir savunma noktasıdır. Ona göre dünya tarihi deniz güçleri ile kara güçlerinin mücadelesidir. Kitabın adı da muhtemelen fikirlerinin temeli olan bu düşünceden geliyor.  İnsan nedir ve nasıl bir varlıktır sorularının cevabını arıyor. Varoluş hakkındaki fikirlerini aktarıyor aslında Schmitt Kara ve Deniz metni ile. Mekan devrimine çok vurgu yapıyor ve bu arada söz konusu mekan tarihi bir çağ ise insanlar için farklıların daha derin ve büyük olduğundan bahsediyor. İngiltere'den Hobbes'un Leviathan'ı olarak bahsedişi aslında birçok parçayı da yerine oturtuyor okuyucu için. Kısa ama dolu dolu bir kitap. 


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

22.04.2024

ICKABOG ~ J. K. ROWLING

 J. K. Rowling'in Harry Potter kitaplarını yazarken boş kaldıkça yazdığı bir hikaye Ickabog. Covid 19'un hayatımıza girmesiyle internette ücretsiz bir şekilde yayınlamaya karar veriyor ve işte bugün bende kitabıyla karşınızdayım. Bir Harry Potter tabiki değil ama yine de okuması çok keyifliydi.

"Kornukopya'nın geri kalanının gözünde, Bataklık Diyarı'ndan çıkan kayda değer tek şey Ickabog efsanesiydi."

Kornukopya ülkesi kral Korkusuz Fred tarafından yönetiliyor. Kralın yakın arkadaşları Lord Tükrer ve Lord Salyan kralın evlenmesini istemiyor çünkü kraliçe eğlencelerini bozar diye korkuyorlar. Bu ikili hem yalaka hem de kraldan daha akıllılar. Nesillerce sarışısın krallar tarafından yönetilen Kornukopya'nın bütün şehirleri çok güzel ve refah içinde, Bataklık Diyarı hariç.

"Yine de tek istediğiniz annenizle babanızın geri gelip size sarılmasıysa, sadece içinizde yaşayan bir anne babaya sahip olmak hiç kolay değildir."

Bert Pürneşe'nin babası binbaşı ve annesi kralın pasta şefi. Pürneşeler, Kırlangıçkuyruğu ailesi ile çok yakın dostlar. Bert'ün en yakın arkadaşı olan Daisy Kırlangıçkuyruğu'nun babası kralın marangozu iken annesi de baş terzisi. Daisy'nin annesi üç gün üç gece çalışıp kral için bir takım diktiği sırada yorgunluktan ölüyor. Daisy de annesinin kralın bencilliği, kibri ve umursamazlığı yüzünden annesini kaybettiğini söyleyince Bert ile arası bozuluyor. 

"Bir kere yalan söylemeye başladınız mı devam etmek zorunda kalıyordunuz ve bu da aynı su alan bir geminin kaptanı olmaya benziyordu, kendinizi batmaktan kurtarmak için gemideki delikleri sürekli tıkamanız gerekiyordu."

Dilek gününde saraya bir çoban geliyor ve Ickabog'un köpeğini yediği için cezalandırılmasını istiyor. Ickabog kelimesi, zafer yok veya bozguna uğramak anlamındaki Ichabod kelimesinden geliyor. Hikayemizde Ickabog çocukları ve koyunları yiyip bataklıkta yaşayan bir canavar. Kral da Daisy'nin sözlerinin aksini ispat etmek için bir hevesle Ickabog'u yakalamak için çobanın geldiği yere, Bataklık Diyarı'na gidiyor. Ve işte burada Ickabog'u ararken sis çöküyor ve Lord Salyan, Ickabog'u vuruyorum diye Bert'ün babası Binbaşı Pürneşe'yi vurup öldürüyor. Suçu da Ickabog'un üstüne atıyor.

"Bazen -nasıl bilmiyorum- birbirinden kilometrelerce ötede yaşayan insanların artık harekete geçme vaktinin geldiğini aynı zamanda fark ettiği olur. Belki de fikirler rüzgarda uçuşan polenler gibi yayılıyordur, kim bilir."

Binbaşı Pürneşe'nin ölümünden sonra ülkenin durumu gittikçe kötüleşiyor. Kral, en yakınlarının kendini kullandığını ve refah içindeki ülkesini sefalete sürüklediklerini göremiyor. Sinir bozucu bir şekilde hikaye boyunca hep kötüler kazanıyor havası var. Yapılan her şey cinayeti saklamak ve kralı kullanmak için. Aradan yıllar geçiyor ve bir noktada artık sadece ülkenin başkenti zengin bir şehir ki o da kralı ülkenin hala iyi bir durumda olduğuna inandırmak için. Kuzey Kore gibi bir yere dönüşüyor Kornukopya. 

"Sıradan halkın böyle bir şeyi fark edecek kadar akıllı olabileceği hiç aklına gelmemişti."

Daisy'nin yerinde olsam Bert gibi bencil bir çocuk ile arkadaş olmak istemezdim. Zamanında Daisy onu zorbalara karşı korumuş ama o sadece Daisy'ye diklenebiliyor. Yine de gerçek Ickabog ile tanışan Daisy, Bert ve diğer iki çocukla birlikte Kornukopya'yı yalanlardan kurtarmak için harekete geçiyor. 

Kitapta cinayet, çocuğa şiddet, 15 yaşında askere yazılan çocuk vs gibi şeyler olduğu için bir çocuk kitabı olarak göremiyorum her ne kadar kitabın vermek istediği mesaj gerçek canavarların insanlar olması olsa da. Yozlaşma ile bir ülkenin refahtan sefalete nasıl gidileceğinin altını çiziyor. Kısacası yetişkinler için gayet iyi bir kitap ama pek çocuk dostu olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu arada çizimleri de çok güzeldi.


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

Devamını Oku »

16.04.2024

BÖYLE YAŞIYORUZ ARTIK ~ SUSAN SONTAG

 "Herkes, herkes için endişeleniyor artık, dedi Betsy, böyle yaşıyoruz sanırım, böyle yaşıyoruz artık."

52 sayfalık çarpıcı bir metin Böyle Yaşıyoruz Artık. Susan Sontag bir dostunun AIDS olduğunu öğrendiği gün bir oturuşta yazmış bu metni. Okuyucuyu konuya çekmek için oyalanmıyor ve daha ilk cümleden hastanın AIDS nedeni ile yaşadıkları arkadaşları aracılığı ile anlatılmaya başlanıyor. Hastalığın yaygınlığından bahsederken yanlış bilinenlere (özellikle de bulaşıcılık konusunda) de değiniyor.

 "Nasıl ölündüğünü öğreniyoruz..."

Bir hastalığı sosyal açıdan bütün yönleri ile ele almayı başarmış Sontag. Hiç bir hastalık hikayesinde hasta yakınlarının hislerinin bu kadar detaylı ve yerinde ele alındığını görmemiştim. Muhtemelen kendisinin hasta yakını olmasından kaynaklanıyor. Bu sayede bir hasta yakının sadece üzüntüsünden değil, ziyarete giderken bile hissettikleri bencilce duygulardan çekinmeden bahsediyor.

"Kanser teşhisi, hastalardan genellikle aileleri tarafından gizleniyordu; AIDS teşhisi ise, en az aynı derecede yaygın bir şekilde, hastalar tarafından ailelerinden gizlenmektedir."

Kitaptaki en etkileyici kısımlardan birisi benim için kanser & AIDS karşılaştırmasıydı. Her iki hastalık da ölümcül ve kesin bir çözümü yok maalesef. Ancak Sontag, kanserin insanda kötü şans, AIDS'in ise suçluluk duygusu uyandırdığından bahsediyor. Kanser sağlıksız bir yaşamın cezası olarak görülürken AIDS, sapkın bir seks müptelasını çağrıştırır. Bu nedenle de bir AIDS hastası ya da HIV pozitif bireyler fiziksel ölümden önce toplumsal bir ölümle yüzleşir. 

"Hastalık en büyük sefalet olduğu için, hasta olmanın en sefil yanı da yalnızlıktır."

Aslında Sontag'ın AIDS ve Metaforları kitabından bir bölüme ait, noktası olmayan bol virgüllü cümlelerle yazılmış bir metin. Sontag her bir tespitiyle göz ardı edilen gerçekleri okuyucunun yüzüne vurmaktan çekinmemiş. Ufuk açan kitaplardan biri olduğunu söyleyebilirim. Ölümcül bir hastalığı sadece hasta odaklı değil, hastanın yakın çevresine de odaklanarak anlatması oldukça etkileyiciydi. Gerçekleri saklamamış, bencilliklerini başka şeylerin arkasına sığınmadan anlatmayı tercih etmiş. 


 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

 

Devamını Oku »

KİTAP KOKUSU vs. EKRAN PARLAKLIĞI: Bridgerton & Yüreğe Söz Geçmiyor

 8 kitabın 8'ini de bitirmeden başlamayı reddettiğim Netflix tarafından çekilen ve 2020 yılında büyük sükse yapan Bridgerton dizisinin 1. sezonundan bahsedeceğim bugün. Bildiğiniz gibi kitap uyarlamaları artık çok öne çıkmaya başladı ve bir de baktık ki bizim tam 20 yıllık Bridgertonlar dizi oluyor. Bridgerton serisinin seçilmesinin en büyük etkenlerinden birinin Lady Whistlesdown olduğunu düşünüyorum. Lady Whistledown seriye bir Gossip Girl (kitap yorumlarım için tık tık) havası veriyor. Eğer bir dizi yorumcusu olsaydım Gossip Girl vs. Bridgerton konulu bir yazı yazardım ama neyseki değilim😋. O zaman işte dizi & kitap farklılıklarımız:


1) Color-blind Show yani Renk Körü Dizi:
Bridgerton dizisi ırkçılığa karşı olduklarını ırkçılığın revaçta olduğu 19. yüzyılda siyahi bir kraliçe, bir dük ve daha bir sürü soylu karakter ile gösteriyor. Onların dünyasında ırkçılık yok. Bu hareketleri birçok kesim tarafından da alkış aldı açıkçası. Kitapta ise hiçbir karakter siyahi değil ama kitabın yazarı da bu hareketi desteklediğini kendi sosyal medya hesaplerından gösterdi. 


2) Sosyeteye Takdim:
Genç kızların sosyeteye takdim edildikten sonra kendilerine saygın bir eş bulmaları beklendiğini biliyoruz. Dizi ile kitap arasında ise şöyle bir fark var: Dizide Daphne Bridgerton sosyeteye ilk defa takdim ediliyor. Oysa kitapta Daphne sosyeteye takdim edileli 4 yıl olmuş ki bu zaten Simon böyle bir oyuna girişmesinin en büyük nedeni. Diziye (-1) puan.

3) Sezonun Elması: Daphne Bridgerton dizide kraliçeye takdim edilir edilmez kraliçenin gözdesi olarak sezonun elması haline geliyor. Ancak kitapta böyle bir şey yok. Daphne Bridgerton hiçbir zaman sezonun elması olmadı. Kendisinin gayet sıradan bir güzelliği ama yüklü bir çeyizi vardı ve bu benim bu kitabı sevmemin nedenlerinden biriydi. Çünkü bütün tarihi aşk kitaplarında başkarakterler HER ZAMAN en güzel-en yakışıklı olur sanki diğerlerinin sevmeye/sevilmeye, gerçek aşkı tatmaya hakkı yokmuş gibi. Diziye (-1) puan. 
Not: Ben dizideki kızları çok beğendim ama erkekler maalesef benden geçerli bir not alamadı. Tarihi dizilerdeki Henry Cavill etkisi?😅😅

4) Marina Thompson: Bir kitapta Colin'in eski aşkından bahsediliyor ama ilk kitapta böyle bir karakter yok. Kitapta böyle bir karakter olmadığı için de Marina'ya tuzak kuran falan da yok. Bu arada Colin'in eski aşkı sezonun gerçek elmasıydı💎. Yani entrika için karakter harcamaları diziye (-1) puan daha kazandırıyor ama aynı zamanda Colin'in hikayesini canlandırdıkları için de puan kazanıyorlar. Kitapta bir Marina Thompson var ama o da Lord Featherington'ın kuzeni değil. Bridgertonların uzaktan kuzeni ki onun da adı geçecek sadece serinin başka bir kitabında. Ve kitaptaki olaylara göre dizide Marina'nın eşi olan bey geri dönecek ki ben çok saçma buluyorum bu her karakteri bir şekilde birbirine bağlama işini. Neyse...


5) Anthony'nin Daphne'yi Nigel'i kabul etmeye zorlaması:
Kitaptaki Anthony'yi de sevmemiştim ama dizidekinden nefret ettim. Gerçekten hiçbir şekilde sevmedim. Kitaptaki Anthony kız kardeşini dizideki gibi bir şeylere zorlamazdı, özellikle de evlilik söz konusu olduğunda. Ayrıca Nigel olayı kitapta bukadar da büyümemişti. Yani diziye puanım (-1). Yazar bunu nasıl kabul etmiş?


6) Siena & Anthony:
Bu ilişki gereksiz yere abartılmış. Anthony deli divane aşık gibi gösterilmiş. Oysa Anthony aşık olabileceği bir kadın gördüğünde arkasına bile bakmadan kaçan bir adam. Yani diziye yine puanım (-1).

7) Simon ve dövüşçü arkadaşı: Dizi için uydurulmuş. Neden ihtiyaç duydular bilmiyorum.

8) Evli Kadınlar Suaresi: Böyle bir şey de yok ve çok saçma buldum o yüzden diziye (-1) daha ekledim.


9) Büyük Kavga:
Kitapta Daphne ve Simon evlendikten sonra kavga edip ayrı düşüyor. Oysa dizide böyle bir şey yok. Ben kitapta gerçekleşen ayrı düşmenin onları olgunlaştırdığını, ilişkilerini değerini anlamalarını sağladığını düşünüyorum o yüzden diziye (-1) puan.


10) Lady Whistledown:
Penelope'nin böyle bir anda açığa çıkışı benim için çok büyük bir hayal kırılığı oldu. Gerçekten diğer şeylere göz yumabilirdim belki (Anthony hariç) ama bu bence dizinin kendisini de baltalaması. Penelope'yi kitapları okumayan seyirci de bulmaya çalışıp tatlı bir heyecan katabilirlerdi ve kitaptaki şekliyle açığa çıkabilirdi o yüzden diziye puanım (-3).
Not: Penelope'yi oynayan oyuncuya bayıldım!💖

Daha pek çok farklılık var mesela Daphne'nin annesine itirafı, Daphne & Simon el ele tutuştukları tablo sahnesi, Simon'ın kaçışı-veda, Simon ile yakalanması, kraliçe (kitapta kraliçenin hiçbir etkisi yok), özel izinle evlilik gibi. Her karakterin yaşları günümüz standartlarına daha uygun olsun diye değiştiriliyor oysa 19. yüzyılda neler döndüğünü herkes biliyor. Yaz yaz bitmiyor ama ben yazımı diziye (-9) puan vererek bitireceğim. Dizi izlenir mi? İzlenir ama bazı şeyler beni çok hayal kırıklığına uğrattı ve iyi ki seriyi bitirmeden okumaya başlamamışım dedim. Kitaplar kesinlikle diziden çok daha güzeldi. Yine de çok abartılı bulmadım bu değişiklikleri; özellikle de ikinci sezonu izledikten sonra.


Bridgerton Kitap Serisi
1) Yüreğe Söz Geçmiyor (Yorum yazısı için tıklayınız.)
2) En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)
3) Son Söz Aşkın (Yorum yazısı için tıklayınız.)
4) Rüyalar Gerçek Olsa (Yorum yazısı için tıklayınız.)
5) Sonsuz Sevgilerimle (Yorum yazısı için tıklayınız.)
6) Sana Muhtacım (Yorum yazısı için tıklayınız.)
7) Öpüşünde Saklı (Yorum yazısı için tıklayınız.)
8) Biz Evleniyoruz (Yorum yazısı için tıklayınız.)


Bridgerton Netflix Serisi

1) Bridgerton & Yüreğe Söz Geçmiyor
2) Bridgerton & En Çok Beni Sev (Yorum yazısı için tıklayınız.)


 Görüşmek üzere.❤  

Devamını Oku »

10.04.2024

AZICIK ACIKLI MASALLAR ~ ITALO CALVİNO

 Her ne kadar bir çocuk kitabı da olsa bir yetişkin olarak okumak farklı bir bakış açısı sağlıyor. Zaten hikayeleri çocuklara okumadan önce kendimiz okuyup verilen mesajı kontrol etmeliyiz diye düşünüyorum. Kitap renkli kuşe kağıda basılmış harika çizimlerle de içeriği zenginleştirilmiş. İçinde İtalya'nın farklı bölgelerine ait 5 adet masal var.

1) Uğursuzluk: Bir Palermo masalı olan Uğursuzluk, talihine küsme temalı bir hikaye anlatıyor bizlere. Sonunu sevmediğim bir masal olduğunu itiraf etmeliyim.

"Zavallı baba kızına son bir öpücük vermiş, kalbine bin diken batıyor gibiymiş, ağlaya ağlaya evin yolunu tutmuş, öyle bir hali varmış ki taş olsa duygulanırmış."

2) Belinda ile Dev: Bir Toscano masalı. Bu hikayede de verilen mesajı çok hoş bulmadım açıkçası. İlk hikayede de burada da en küçük fedakar kız ailenin kalanının iyiliği için evden kovuluyor ve en sonunda da kralla evleniyorlar. Nerede benim bağımsız ayakları üstünde durabilen kızlarım?

3) Büyülü Kuş: Açgözlülük temasının kullanılmaya çalışıldığına inandığım bir Floransa masalı Büyülü Kuş. Altın saçlı üç kardeşimiz başrolde. En küçük kız kardeş, bahçelerinde dünyanın en güzel şeyleri olsun istiyor diye abileri tehlikeli yerlere gidiyor. Bunun sonucunda da ilginç bir şekilde annelerini kurtarıyorlar. 

4) Elmanın İçi ile Elmanın Kabuğu: Bir sır açığa çıktığında mermere dönüşülen bir Venedik masalı. Dedikodu yapmayın, sır saklamayı bilin teması var. Ayrıca babanın bedduasının tutması ile de babaya karşı gelmeyin mesajı verilmiş. 

5) Kanarya Prens: Sanırım tam anlamıyla sevdiğim tek hikaye. Bir Torino masalı. Bu hikayede Prenses, Prensi kurtarıyor. Şansın yardımı olsa da zekası da yok sayılmayan bir kadın karakter var. Kendisi için ayağa kalkmaktan çekinmeyen cesur bir kadın.

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 


Devamını Oku »

2.04.2024

SİDDHARTHA ~ HERMANN HESSE

 "Dünyanın acı bir tadı vardı. Eziyetti yaşamak."

Dedikoducu Kız kitaplarında Dan'in okumuş gibi yaptığı kitaplardan birisi Siddhartha. Bir Hint Masalı alt başlığı ile Hermann Hesse'nin kaleminden çıkmış bir klasik. Hermann Hesse'nin babası aslında Rus, kendisi de Almanya'da doğmuş. Hint kültürüne ilgisi ise annesinden geliyor; Hint bir anne ile büyümüş olan Hesse, Budist felsefesini de böylece öğrenmiştir. 3 yıl evli kaldığı ikinci Eşi Ruth Wenger, kitapta geçen Siddhartha'nın sevgilisi Kamala karakteri için ilham olmuştur. 

"Bir hedef bulunuyordu Siddhartha'nın önünde, tek bir hedef: Arınmış olmak, susamalardan arınmış, düşlerden sevinçlerden, acılardan arınmış. Ölerek kendinden kurtulmak, ben olmaktan çıkmak, boşalmış bir yürekle dinginliğe kavuşmak, benliksiz düşünmelerle mucizelere kapıları açmak, işte buydu onun hedefi. Ben tümüyle saf dışı bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesleri kısıldı mı, işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık. Ben olmayan öz, o büyük giz."

1922 yılında yayınlanan Siddhartha, spiritüalist bir roman. Gerçek bilginin peşinde koşan başkahramanı Siddhartha'nın hayatını anlatır. Yaşadığı yerden, ailesinden ilk önce gezgin çilecilerin -Samanaların- peşine takılarak ayrılıyor. En yakın arkadaşı Govinda da onun adımlarını takip ediyor. Nefis öldürme egzersizleri, bedenden çıkma, oruç tutma gibi pratikleri olsa da iş yemeğe gelince insanlardan dileniyorlar. Üstüne üstlük bu yaşam stiline rağmen en yaşlı Samana'nın hala Nirvana'ya ulaşamamış olması Siddhartha'yı rahatsız eder ve umutsuzluğa düşürür. 

 "Ölümlü nesneler, hızlı bir değişim içindedir Govinda, biliyorsun bunu."

Bu yüzden Govinda, Buddha'yı dinlemeye gidelim dediğinde onunla birlikte gidiyor. Kusursuzluk ve dinginlikle eşleştirilen Buddha'nın öğretisinin amacı acılara son vermek. Siddhartha, Buddha'nın öğretisinden de emin olamaz ancak Govinda ilk defa Siddhartha'nın adımlarını takip etmeyi bırakıp Buddha'ya sığınır. Siddhartha'ya göre hiçkimse öğretiyle kurtuluşa kavuşamaz. Bu yüzden de kendi kendinin öğretmeni olmaya karar verir.

"Hikmetini ve içyüzünü öğrenmek istediğim şey, Ben'di. Kurtulmak, alt etmek istediğim şey, Ben'di. Ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim. Doğrusu, dünyada benim bu Ben'im kadar, bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum, Siddhartha olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. Ve dünyada kendim kadar, Siddhartha kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok!"

Siddhartha bir kendini arama yolculuğuna başlar. Ne aradığını fark ettiğinde ise dünyaya yeni bir gözle bakmaya başlıyor. Kendini arama yolculuğunda karşısına çıkan ilk yer kent oluyor. Ve kentte karşılaştığı ilk şey de 'yosma' Kamala ve onun zenginliği. Siddhartha, Kamala'dan ona 'sanatını' öğretmesini istiyor. Kamala da ona para kazanmasını söylüyor ve böylece Siddhartha çalışmaya başlıyor. Bunun sonucunda "hem aşağıladığı he de sevdiği bir hayat" yaşarken dünya malına kanıp yıllarca kendini arama yolculuğuna ara veriyor. Yine de diğer insanlara küçümseyerek bakmaktan vazgeçmiyor. 

"Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak."

Kendi durumunu idrak ettiğinde ise bütün her şeyi geride bırakıp kimseye bir şey demeden kentten ayrılıyor. İçinde her zaman duyduğu bir ses olduğuna ve bu sesin kentten ayrıldıktan sonra "om" olarak geri döndüğüne inanıyor. Ardından da bir ırmağın ona seslenişini, onu kendine çekişini duyuyor.Irmağa çekildikten yıllar sonra Kamala ile bir oğlunun olduğunu öğreniyor. Siddhartha'nın oğlu onun yanından ayrılmak isterken, Siddhartha'nın oğlunu yanında tutma arzusu onun dünyevi arzularından biri olarak gösteriliyor. 

 "Zaman aşılır aşılmaz, zaman düşüncesi kafadan çıkarılır çıkarılmaz dünyadaki bütün güçlükler, bütün düşmanlıklar silinip gitmiyor mu, yenilgiye uğratılmıyor muydu?"

 Bütün hayatı boyunca gerçek bilgiyi ve iç huzurunu arıyor Siddhartha. Okuyucu da yanında ona eşlik ediyor. Okuması oldukça keyifli ve bir şekilde insanı kendi arayışı için teşvik eden bir eser. İnsanın düşünüp kendini sorgulaması için araç niteliğinde bir kitap oldu benim için.

 

 Bir sonraki kitapta görüşmek üzere.❤ 

 

Devamını Oku »